Akdeniz Üniversitesi ile ilgili basında çıkan haberleri takip ettikçe, 32 yıl bu üniversitede çalışmış bir akademisyen olarak dayanamayıp ben de, kendimi tartışmaya katılmak zorunda hissettim.
Hatırlatalım ki, Akdeniz Üniversitesi Batı Akdeniz Bölgesi’nde Antalya, Isparta, Burdur illerini içeren merkezi Antalya da olarak 1982 yılında kurulmuştur. İlk rektör Necat Tüzün’dür. Sonra sırası ile Tuncer Karpuzoğlu, Yaşar Uçar, Mustafa Akaydın, İsrafil Kurtcephe, Mustafa Ünal ve Özlenen Özkan olmuşlardır. 1996 yılında Isparta, 2006 yılında Burdur yerleşkelerinde bulunan fakülteler ayrılarak Süleyman Demirel ve Mehmet Akif Ersoy Üniversiteleri kurulmuştur.
Şahsım mevcut rektör hariç kurucu rektör ile başlayıp 2018 yılına kadar tüm idari görevde bulunmuş saygıdeğer akademisyenlerle çalışma şansına sahip oldum.
Ancak çok olaylar ve sıkıntılar içinde geçen 32 yılda hiç yılmadım. Her zaman üniversite kimliğimle gurur duyarak, doğru bildiğimden şaşmadan, görev ve hümanist sorumluluğumla hareket ettim. Çünkü, akademisyen olmak ciddi sorumluluk ister. Bu sorumluluk, üniversite tanımında da belirtildiği gibi: yüksek düzeyde eğitim, öğretim, bilimsel araştırmalar ve yayın yapan fakülte, enstitü, yüksekokul ve benzeri birim ve bölümlerden oluşan, bilimsel özerkliği ve kamu tüzel kişiliği bulunan öğretim kurumudur.
Bu tanımda açıkça belirtildiği gibi, akademisyenin asli görevi; yüksek düzeyde eğitim, öğretim, bilimsel araştırmalar ve yayın yapmaktır.
Rektör, dekan, başhekim, müdürlük görevleri belirli bir süre için atamalarla verilen idari görevlerdir. Yani bu görevler asli görev değildir. Bu nedenle idari görevi sona eren akademisyenler asli görevlerine dönerek çalışmalarına devam ederler.
Kurucu rektör, rektör, başhekim, dekan olmak yasalarla belirtilen şekilde atamalarla verilen onurlu bir görevdir. Atamalarla yapıldığı için biat söz konusudur. Halbuki 1980 öncesi üniversiteler kendi yönetimlerini demokratik bir şekilde belirlerlerdi. Dolayısı ile üniversite içinde özerklik vardı. Ekip üniversitenin tüm çalışanlarından oluşurdu. Şimdi ise aday belirleme yöntemi ile 6 aday adayı akademisyenler tarafından belirleniyor, YÖK’te 3‘e indirgeyerek cumhurbaşkanı 3 adaydan birini veya direkt atasın diye sunuluyor. Atanan rektör, kendi çalışma ekibini kuruyor veya kurduruluyor.. İşte yanlışlıklar burada başlıyor. “Rektör cumhurbaşkanınca atanır” deniyor.. Halbuki , rektör cumhurbaşkanlığınca atanır, denilmesi gerekir. Kelimeler çok önemlidir. Cumhurbaşkanlığı bir kurumdur, halbuki cumhurbaşkanı cumhurbaşkanlığını temsil eden kişidir. Buradan atanan rektör eğer cumhurbaşkanlığınca atansaydı, o kuruma karşı sorumlu olacaktı. Şimdi kişiye karşı sorumlu oluyor. İşte bu nedenle atanan biat etmek zorundadır. Sonuç olarak rektör atmaları siyasallaştırılmış oluyor.
Bu durumda tabiî ki özerklik kalmıyor, akademisyenin eğitim, öğretim, araştırma yapması da siyasallaştırılmışoluyor. Üniversite kurumsallıktan çıkıyor ve bireyselleşiyor..
Bu sistemde rektör olmak sevdası ile akademisyen siyasilerden destek alarak kendini atatıyor.
İşte bu nedenledir ki, her göreve gelen rektör ister istemez siyasilerden kopamıyor. Görev süresince benim ekibim, benim dönemimde şunlar yapıldı gibi söylemlerde bulunuyor.. Ekibi dışındaki akademisyen ve idari personel sanki hiç katkıda bulunmuyor. Olur mu hiç?.. Bir üniversitede rektörün ekibi olmaz. Tamam idari görevler için atamalar olabilir, ama bu kişiler o rektörün adamı, bu rektörün adamı olamaz. Üniversite tümüyle bir ekiptir. Tüm çalışanlar sadece üniversitenin adamıdır. Bu tartışmalar hiç hoş olmuyor. Bireysellikten kurtulup, acilen kurumsal üniversite olmalıyız. Kurumsal üniversite, hiç bir siyasi veya idari baskı altında olmayan, tüm çalışanları ile bir ekip ruhu olan, kimseye biat etmeden sorumluluklarını yerine getiren, kendisi ile yarışan, şeffaf, hiçbir konuda korkmayan üniversitedir.
Aslında akademisyen verilen görevi de mutlaka en iyi ve verimli bir şekilde yerine getirir. Çünkü onun özü ve sözü birdir. Yüksek düzeyde eğitim, öğretim, araştırmadan sorumludur.
Bu düşüncelerimi icraata geçirebilmek için rektör aday adayı oldum. YÖK’e 6 aday adayı arasında gönderildim. YÖK’ün cumhurbaşkanlığına gönderdiği 3 adaydan birisi bendim. Cumhurbaşkanlığı yasal olarak beni de atayabilirdi. Ben sadece akademisyen olarak hedeflerimi sundum. Ne bir siyasetçi, ne de bir kişi veya kuruluştan destek istemedim.. Olması gereken budur.
Bu arada, yerel medya aday adayları hakkında görüşlerini yazdılar. Hiç rahatsız olmadım. Çünkü onların görevi. Bırakın yazsınlar ki o yazılanlardan yararlanayım diye düşündüm.
Sonuçta, hepimiz insanız. Hatalarımız olabilir. Önemli olan kasıt olmamasıdır. Bunları düzeltmesini bir akademisyen bilir. Her görüşe açıktır. Çünkü Akdeniz Üniversitesi evrenseldir. Bu ruhla kurulmuştur. Şimdilerde Akdeniz Üniversitesi bu ruhla yetişmiş emin ellerdedir. Umarım öyledir.
Sevgilerimle..
|
|
Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır. Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım. |
|
|||||
|