Avrupa Parlamentosu seçimlerinin tozu dumanı az çok dağıldı. Sonuçları netleşmeye başlıyor. Önemli bir sağa kayış yaşandı. Gerçi bu şimdilik AB kurumlarında aşırı sağı iktidara getirecek bir kayış değil. Ama aşırı sağ partilerin seçim performansı, seçmen memnuniyetsizliğinin güçlü bir göstergesi. Ana akım siyasi kesim için sert bir bir uyarı niteliğinde. Anketler, her on AB vatandaşından altısının ülkelerinin yanlış yöne gittiğini hissettiği kaygı atmosferinde olduğunu gösteriyor.
* * * *
Şimdi bu konular bolca konuşuluyor, tartışılıyor, araştırılıyor. Siyasi analistlerin bir bölümü bölümü Avrupa siyasetinin yalnızca sol ve sağ arasında veya Avrupa entegrasyonu yanlısı ve karşıtı tutumlar arasında bölünmüş olmadığını öne sürüyorlar. Yaşanan önemli olaylar nedeniyle farklı 'kriz‘ grupları arasında da bölünmüş olabileceğini savunuyorlar. AB siyasetinin geleceğine ışık tutabileceği amacıyla AB Dış İlişkiler Konseyi seçim öncesi onbir Avrupa ülkesinde anket yaptırmış. Küresel kamuoyu yoklama projesinin bir parçasıymış.
* * * *
Merakımı celbeden anketi okudum. Özetle şöyle diyor; ‘Avrupa son 15 yılda beş büyük kriz yaşadı. İklim krizi Avrupalıları tehlikede bir dünya hayal etmeye zorladı. Küresel mali kriz Avrupalıların, çocuklarının kendi yaşam standartlarından daha iyi bir yaşam standardına sahip olacağından şüphe duymasına yol açtı. Göç krizi, çokkültürlülük üzerine odaklanan bir kimlik paniğini tetikledi. Kovid-19 salgını, küreselleşen dünyada sağlık sistemlerimizin kırılganlığını ortaya çıkardı. Ve Ukrayna'daki savaş, büyük savaşın Avrupa kıtasına asla geri dönmeyeceği yanılsamasını paramparça etti.‘
* * * *
Devam ediyor; ‘Az ya da çok eş zamanlı olarak gerçekleşen bu beş krizin birçok ortak noktası var: Farklı yoğunluklarda da olsa, Avrupa çapında hissedildiler; birçok Avrupalı tarafından varoluşsal bir tehdit olarak deneyimlendi; hükümet politikalarını önemli ölçüde etkiledi; Bu farklı krizler tek bir nedeni ya da tek boyutu paylaşmıyor. Bunların kümülatif etkileşimlerinden kaynaklanan şok toplamından daha büyük olduğu görülüyor.
* * * *
Bence önemli sorulardan biri şu; Beş krizden hangisi Avrupalıların geleceğe dair görüşlerini şekillendirmede en kritik olanı? Ankette bunu aradım. Şöyle sonuca varıyor: Anketin temel sonucu, tek bir krizin duruma hakim olmadığı. İklim değişikliği, Ukrayna'daki savaş, Kovid-19, göç ve küresel ekonomik çalkantı; bu beş krizin her birinden ayrı ayrı söz edenlerden oldukça büyük bir 'seçmen kitlesi' var. Bu seçim bölgeleri, farklı nesiller ve farklı ülkeler arasında eşit olmayan bir şekilde dağılıyor‘ Ama Almanya‘nın, en fazla sayıda insanın kendilerini en çok ilgilendiren konu olarak göçü seçtiği tek ülke olduğu anlaşılmış.
* * * *
Avrupa’da birliğinin sağlanması için büyük çaba gösteren Fransız iktisatçı ve maliyeci Jean Monnet, 1943‘te bir konuşmasında Avrupa ülkeleri halklarına gerekli refah ve toplumsal kalkınmayı temin etmek için çok küçük olduklarını, bir federasyon kurmaları gerektiğini söylemiş. Jean Monnet tarafından ortaya atılan Avrupa Birliği fikri zaman içinde geliştirilmiş ve bugünkü yapısına kavuşmuş. Ama Jean Monnet, krizleri de öngörmüş, ‘Avrupa krizle şekillenecek ve bu krizlere karşı benimsenen çözümlerin toplamı olacak‘ da demiş.
* * * *
Şöyle bir soru yanlış olmaz sanırım. Peki insanlar ne kendi ülkelerinin ne de AB'nin krizleri çözemeyeceğine inanmaya başlarsa ne olur? Fransız Le Monde gazetesi de seçimden sonraki bir yorumunda aynı tehlikeye dikkat çekiyordu. 1962-1968 arası başbakanlık, 1969'dan 1974’te ölümüne kadar cumhurbaşkanlığı yapan Georges Pompidou, ölümünden sonra yayınlanan ‘Gordion Düğümü‘ (Le noeud gordien) adlı kitabında 1968 Mayıs olayları için şöyle yazmış, ‘Birisi Gordion düğümünü kesecek. Soru, bunun özgürlükleri güvence altına alan demokratik bir disiplini empoze ederek mi olacağı, yoksa İskender gibi güçlü ya da miğferli bir adamın kılıcı mı çekeceğidir.‘ Yorumlamak sizin.