2011’in Mayıs’ında Harp Akademileri Komutanı’yken tutuklandığında, o tarihten iki ay sonra yapılacak YAŞ toplantısında Hava Kuvvetleri Komutanı olarak atanması gerekiyordu. Kariyerinin finali Balyoz’a takıldı, tutuklanan en yüksek rütbeli subay oldu. Balanlı, orgeneralliğinin 2 yılını Hasdal Cezaevi’nde geçirdi ve emekli oldu. 2014 Haziran’ında serbest kaldı ancak suskunluğunu bozmak için beraatını bekledi. Geçirdiği 4 zorlu seneden kendine kalanları ilk kez bu röportajda anlattı. Davadaki kader ortağı subayların çoğu gibi o da bu süreçte hukuk tahsili yapmış kadar olmuş. Titizlikle tuttuğu arşivinden notlar ve belgeler eşliğinde söyleştik. Şimdiden epey derlenmiş görünen notlarını kitap haline getirmeyi planlıyor. Bakarsınız cezaevindeyken eşi İffet Hanım’a yazdığı şiirleri de o kitabın sonuna ekler.
Balanlı tüm bu yaşananların düğmesine Erdoğan ve Büyükanıt'ın 2007 yılında Dolmabahçe'de yaptığı görüşmeden sonra basıldığına inandığını söyledi.
BİRİLERİ ‘BU KADAR İLERİ GİTMEYİN’ DEMEK İSTEMİŞ OLABİLİR
- Balyoz’da tutuklanan denizcilerin çoğu diyor ki; ‘Deniz Kuvvetleri’ne yönelik tertip bizim millileşme atılımlarımızı hedef aldı’. Alınan havacı general sayısı da toplam 16. Siz Hava Kuvvetleri’ni denklemin neresinde görüyorsunuz, siz de denizciler gibi bir analiz yapabiliyor musunuz?
Yapıyorum. Çünkü Türk Hava Kuvvetleri gerçekten bizim dönemimizde çağıyla yarışan bir hava kuvveti haline gelmişti. Çok üst düzey bir eğitim seviyesine ulaşmıştık. Konya’da Anadolu Kartalı Eğitim Merkezi açmıştık ve bunu çok geliştirdik. Anadolu Kartalı tatbikatlarını 1 inci Hava Kuvveti Komutanı olduğum dönemde gece şartlarında yapmaya başlamıştım. Bunu gece de yapabilen benim bildiğim kadarıyla dünyada bir Amerika var. İkinci ülke biz olduk. Bunu standart bir gece uçuşu olarak algılamayın. Bu tatbikatta yaklaşık 40-50 uçak iki grup halinde bir sahada aynı anda birbiriyle savaşıyor. Bu gece şartlarında oldukça güç bir harekattır. Yaklaşık 2 hafta süren bir periyodda bu gece eğitimini yapıyorsunuz. İzlemeye gelen Amerikalılar bizim bunu gece yaptığımızı görünce hayretler içinde kaldılar. Biz kendimize zaten Avrupa’dan çok ciddi bir rakip görmüyorduk. Sipariş ettiğimiz yeni unsurlar da envantere girdiğinde Türk Hava Kuvvetleri her türlü harekâtı, her türlü şartta kendi başına icra edebilecek bir kapasiteye ulaşmış olacaktı.
- Bunun belli çevrelerde bir rahatsızlık kaynağı olmuş olabileceğini düşünüyorsunuz, doğru mu?
Tabii burada en önemli unsur personel kalitesi. Bu dava maalesef, bunu çok büyük üzüntüyle söylüyorum, Türk Hava Kuvvetleri’nin kaliteli personelinin dağılmasına neden oldu. Hava Kuvvetleri’nde 65 civarında general vardır. Dörtte birini içeriye alıyorsunuz. Orgeneralini alıyorsunuz. Dört tane korgeneralini tutukluyorsunuz ki bunlar bir sonraki dönemde Hava Kuvvetleri Komutanı olabilecek insanlar.
- Nitekim ilk siz olacaktınız.
Benden sonrakileri kast ederek söylüyorum. Benim Komutanlığa getirilme olasılığım çok yüksekti. Zira tek adaydım. TSK ve Hükümet, YAŞ’ta sizin iki sene sonra Hava Kuvvetleri Komutanı olacağınızı düşünerek orgeneral yapıyor zaten. Deniz kuvvetlerinde de öyle. Donanma Komutanını oramiralliğe terfi ettirirken o kişinin iki sene sonra Deniz Kuvvetleri Komutanı olacağını hesaplayarak o makama getiriyor.
- Balyoz davası yüzünden bahsettiğiniz rütbelerde kimse kalmadığı için de siz cezaevindeyken sizin yerinize hava kuvvetleri yapılan kişi aslında korgeneral rütbesindeydi. Yanlış mı hatırlıyorum?
Korgeneral rütbesindeydi, o sene orgeneral yaptılar. Aslında o sene emekli olması beklenen bir arkadaşımızdı. Lojistik sistemler içinde deneyimi olan bu arkadaşımız muharip bir gücün komutanlığına getirilmiş oldu. Konu onun şahsıyla ilgili bir mesele değil. Ama böyle bir uygulama yapılmak zorunda kalındı maalesef.
HÜKÜMETTE DAVADAN SİYASİ MENFAAT ELDE EDECEĞİ KANAATİ VARDI
- Uzunca süre hükümetin yetkili ağızları bu davaları destekleyen açıklamalar yaptılar. Bülent Arınç’ın ‘Türkiye bağırsaklarını temizliyor’ sözleri hafızalarda. Velev ki dışarıda Türk ordusunun ulaştığı kabiliyetleri hazmedemeyenler vardı. Türkiye’yi yönetenler neden sebepsiz kendi ordusunun bu kadar yara almasına göz yumsun?
Hükümette bu davadan siyasi bir menfaat elde edebileceği gibi bir kanaat oluştuğunu söyleyebiliriz. Belki de hem böyle bir kanaat oluştu hem de gerçekten bu komplonun içinde kendilerine verilmiş olan bilgilere inandılar. Bu komploculara çok güvendiler. Şimdi aldatıldıklarını söylüyorlar. Dünyanın 17. büyük ekonomisi, NATO üyesi, AB’ye aday, 1923’te Cumhuriyet’i kurmuş, 50’li yıllarda demokrasiyi getirmiş bir ülkenin 2010’lu yıllarda devlet mekanizmasının bu derece aldatılabilir olması çok kabul edilebilir bir şey değil. Belki bir muz cumhuriyetinde bunu düşünebilirsiniz. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nde bunun gerçekleşmiş olmasını ben kabullenemiyorum. Hâlâ içime sindiremiyorum. Bu devletin büyük bir zafiyetidir, tüm kurumları ile birlikte.
ERDOĞAN DAVAYA OBJEKTİF BAKMADI SON SÖZLERİ BENİM İÇİN ANLAM İFADE ETMİYOR
- Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz haftalarda Harp Akademileri’nde ‘Komutanların tutuklanmalarına gönlüm razı olmadı’ dedi. O konuşmanın içinde ‘aldatıldık’ ifadesi var. Bu sözler kişisel olarak sizin için ne ifade ediyor?
Benim için çok büyük bir anlam ifade etmiyor. Ben sadece konuşmalara bakmıyorum, davranışlara da bakıyorum. Bu davanın kendisine anlatılmış olduğunu çok iyi biliyorum. O günlerde Sayın Cumhurbaşkanımızın kullanmış olduğu bazı ifadeler ve davranışlarıyla birlikte bu davaya gösterdiği reaksiyon beni üzüyor. Bu konuda herhangi bir uygun girişiminin olmadığını düşünüyorum. Kendisinin bu davaya objektif olarak bakmadığını değerlendiriyorum. Keşke biraz daha sorgulayabilseydi ve bazı şeyler yapmış olabilseydi, o zaman daha inandırıcı olurdu.
- Erdoğan’ın ve hükümetinin keza, o dönemde öyle bakmamasının nedeni ‘Bu dava askeri vesayeti geriletecek bir araçtır, çok da kurcalamayalım’ şeklindeki bir yaklaşım olabilir mi?
Bu duygu da olabilir. Bundan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin büyük bir menfaat sağladığını düşünüyor olabilirler, Avrupa’daki bazı kuruluşların ‘Siz buna devam edin’ gibi bazı telkinleri de olabilir. Ama bu neticede devletin bir zafiyetidir. Olmaması gereken, içimi yaralayan bir husustur.
DEMOKRASİMİZİN ŞU ANKİ NİTELİKSİZ HALİ DARBELERİN SONUCU
ESKİ DARBECELERİN YERİNE BİZ YARGILANDIK
- Cezaevinde sizinle birlikte olan subaylarla kendi aranızda TSK’nın darbeler tarihine dönük bir özeleştiri de yapabildiniz mi? ‘Burada fatura bize kesilmeye çalışıldı ama Türk ordusunun geçmişteki hataları, darbe ve sivil siyasete müdahale kültürü de gerçek’ gibi samimi değerlendirmeler yapabildiniz mi?
Bir zamanlar birileri öyle ya da böyle, haklı ya da haksız siyasete müdahale etmiş. 12 Eylül niye yapıldı, 27 Mayıs niye yapıldı... Bunları tarihçiler değerlendirecek. Darbelerin hiçbirinin faydalı olmadığını zaten hepimiz gördük, yaşadık. Çünkü neticede hep başa dönüldü. Sonuçta Silahlı Kuvvetler, bazı sorumlulukları üzerine alarak kendisi bazı girişimler yaptı. Ama bunların sonunda hiçbir zaman başarıya ulaştı diyemeyiz. Her darbe döneminde bazı kesimler bundan zarar gördüler. Genelde Türkiye zarar gördü. Demokrasimizin şu andaki niteliksiz hali de belki bu darbelerin sonucu da olabilir. Keşke bu darbeler yapılmamış olsaydı. Her şey kendi doğal ortamı içinde yaşansa ve gelişimini tamamlasa belki şu anda demokrasimiz daha nitelikli olabilirdi. Bütün arkadaşlarımda da benzer kanaat vardı. Eski darbecilerin yerine yargılanıyor olmak da bizi fevkalade derinden yaraladı.
- Duygu bu mu; eski darbecilerin yerine yargılanmak?
Evet, duygu bu. Eski darbecilerin yerine biz yargılandık. Olmayan bir darbe teşebbüsü. Ne kadar trajik bir durum değil mi?
İKTİDAR İSTESEYDİ 2009’DA ORGENERALLİĞİME ONAY VERMEZDİ
- Sizin gibi yönetim kademesindeki generallerle 2002’den itibaren çalışmaya başlayan bir AK Parti var. Siz 2011 yılında tutuklanıyorsunuz. Yani 9 yıl AK Parti ile beraber çalışan komutanlardansınız.
Tabii. Benim korgeneral oluşum 2003 Ağustos. Yani bu iddiaların ortaya atıldığı tarih. 2009’da orgeneral oldum. Bu demektir ki 6 sene birlikte çalıştıktan sonra orgeneralliğe terfi ettirilmişim.
- AK Parti’nin tam bu anlattığınız dönemde ‘darbeci’ olarak gördüğü generalleri sistemin dışına ittiğini gördük.
Ben iktidarın birlikte çalışmak istediği komuta kademesini TSK’nın teamüllerini de dikkate alarak seçebileceğini düşünüyorum. Örneğin benim orgeneral olmamı, Hava Kuvvetleri komutanı olmamı istemiyor idiyse 2009 yılındaki YAŞ’ta benim orgeneralliğime onay vermemeleri gerekirdi.
GÜLEN CEMAATİ’Nİ İLK GÜNDEN TEŞHİS ETTİK
- İlk mahkemeye çıktığınızda verdiğiniz dilekçede Balyoz davasına ilişkin bazı teşhislerde bulunmuştunuz. ‘Karşımızda bir çete var’ demiştiniz. Siz bugün hükümetin ‘Paralel Yapı’ dediğine o zaman ‘çete’ demişsiniz. Tutuklandığınız andan itibaren bu işin Gülen Cemaati’ni teşhis edebiliyor muydunuz?
Tabii ki teşhis etmiştik. Bize bu iftirayı atan ve destekleyen unsurlara bakınca, özellikle de basına, bunların Cemaatçi olduğunu çok net bir biçimde görüyorduk. Zaten 2010 Anayasa referandumundan sonra yüksek yargının ve HSYK vasıtasıyla da diğer yargı kurumlarının Cemaat tarafından ele geçirilmiş olduğunu basından okuyorduk. Biz Beşiktaş’a çağrıldığımız zaman şu anda ‘Paralelci’ diye ifade edilen savcının karşısına çıkacağımızı da biliyorduk.
- Peki bu yapının TSK içine de birilerini yerleştirmiş olduğunu düşünüyor muydunuz?
Bunu düşünmemek gerçekten saflık olurdu. Çünkü hiç bilinmemesi gereken bir hususta bazı kişiler hakkında bazı iddialar ortaya atılıyordu. Kişi hakkında verilen bilgilerden bir kısmının doğru olduğunu görüyorduk. Bunları dışarıdaki kişilerin bilmesi mümkün değildi. Balyoz davasında da bazı gerçek dokümanların sahtelerle birlikte karıştırılarak gerçekmiş havası yaratılmak istendiği görülüyor. Bu ancak içeriden birilerinin yardımıyla mümkündür.
NECDET ÖZEL’LE İKİ KUVVET KOMUTANI OLARAK GÖREVE HAZIRLANIYORDUK
- Genelkurmay Başkanlığı’nın Balyoz’daki tavrını nasıl değerlendirdiniz?
Genelkurmay Başkanlığı bana göre bu davada başından beri doğru bir yaklaşım ve tavır içinde olamamıştır. Bu davanın başlangıcında ben Genelkurmay’da görevliydim. Başlangıçta Balyoz’un ne olduğunun anlaşılması zaman aldı. Bunun bir komplo ve kurgu olduğunu ancak birkaç gün içinde anladık. Ancak ondan sonraki aşamada git geller oldu. O dönemde Genelkurmay Başkanı olan Sayın İlker Başbuğ gerçekten büyük bir direnç gösterdi. Zamanının büyük bir bölümünü bu davaya ayırdı ve personelini savunma gayreti içinde oldu. İlker Başbuğ’un hükümet nezdindeki girişimleriyle birtakım olaylar ertelendi. Ama onun ayrılışından sonra Silahlı Kuvvetlere karşı faaliyetler hızlandı. Bu hızlanmanın sonucunda da Sayın Işık Koşaner Genelkurmay Bakanlığından istifa etmek zorunda kaldı. Sayın Koşaner istifa mektubunda kendisine verilen sözlerin yerine getirilmediğini açık açık ifade etmiştir. Ben bu çok önemli açıklamanın maalesef basında yeteri kadar yer almadığını ve anlaşılmadığını düşünüyorum.
Cansu ÇAMLIBEL / YÜZ YÜZE PAZARTESİ - Fotoğraf: Levent KULU/HÜRRİYET
DAHA GENİŞ HABER İÇİN TIKLAYIN