Antalya Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Mevlüt Yeni’nin açıklaması şöyle:
“İkinci Meşrutiyet’le basında sansürün kaldırılmasına karar verilen 24 Temmuz 1908 tarihi, bizim için çok anlamlı bir dönüşümü ifade eder. Her yıl 24 Temmuz’u coşku ve olgunluk içinde bir bayram havasında geçirmek, basında çalışan herkesin içten dileğidir.
Ancak 24 Temmuzları tam bir bayram olarak soluma imkânından yoksunuz. 103 yıl önce artık tamamen tarihe gömülmüş olması gereken sansür olgusu, ne yazık ki zaman zaman biçim değiştirerek yeniden karşımıza çıkmaktadır.
Bugün yalnız Türkiye’de değil, bütün dünyada basının üzerinde ağır bir baskı söz konusudur. Örnek gösterilen demokratik ülkelerde bile basın üzerinde açık ya da gizli biçimde etkin olmak isteyen basın dışı güçlerin varlığı tartışılıyor. Bu güçler ekonomik olduğu kadar siyasal alanda da basını yönlendirmeye ve kendi denetimlerine almaya çabalıyorlar. Kimi basın patronları da bu müdahaleleri adeta meşrulaştıracak tutum içine giriyor.
Türkiye’de basın, kuşku yok ki 103 yıl öncesine göre çok daha ileri konumda bulunuyor. O günlerin özgürlük anlayışıyla şimdiki arasında elbette uçurumlar var. Fakat üzülerek belirtmeliyiz ki, konunun diğer boyutlarından bakıldığında, bugün dünyada medyası en çok tartışmaya açık hale gelen ya da getirilen ülkeler arasında Türkiye en ön sıralarda yer alıyor. Türkiye’nin bu olumsuz konuma itilmeye hakkı olmadığını bütün gücümüzle haykırıyoruz.
Basının özgürce çalışması herkes için hayati önemdedir. Siyasi otorite her zaman aynı ellerde kalmaz. Ekonomik ve mali gücü her zaman aynı insanlar elinde tutamayabilir. Herkesin, basın özgürlüğünün asıl kendisi için vazgeçilmez olduğunu kavraması gerekir.
Sansürün belki de en ağır olanı “oto-sansür”, yani gazetecinin yazmaktan çekinmesi, korkması ve kaçınmasıdır. Ülkemiz basını için bundan daha tehlikeli bir durum olamaz. İşinden olma korkusu, her an yargılanma endişesi gazetecinin beyninden atılmadıkça özgür basın bir hayal olarak kalır.
Hiç kuşku yok ki içinde bulunduğumuz olumsuz koşulların meydana gelmesinde basın sektörünü temsil eden kuruluşların ve meslektaşlarımızın da payı yok değildir. İyileşmenin yolu, birlik ve beraberlikten geçer. Türk basınını, birileri hizaya sokmadan kendi mensupları layık olduğu yere taşımak için çabalamalıdır.
Gazetecinin bu kıskaçlardan kurtarılmasını şiddetle talep eden Antalya Gazeteciler Cemiyeti, sonuna kadar basın özgürlüğünün takipçisi olacaktır. Hiç kuşku duyulmasın ki, Türk Basını her türlü sansürden kurtuldukça özgürlüğünü daha da olgunlukla ve sorumluca kullanacaktır. “
ÇAĞDAŞ GAZETECİLER DERNEĞİ
Çağdaş Gazeteciler Derneği Akdeniz Şubesi Yönetim Kurulu’nun açıklaması ise şöyle;
"24 Temmuz, ülkemizde Basında sansüre ilk direnişin yıldönümü olarak kutlanır ya da anılır. Oysa, sansürün kaldırılmasından 103 yıl sonra bugün Türkiye'de cezaevlerinde 70 gazeteci yazdıklarından, hatta yazmadıklarından ötürü cezaevlerinde tutuluyor. Binlerce gazeteci-yazarın da yargılanmasına devam ediliyor.
Henüz basılmayan kitaplara “bomba” muamelesi yapılarak, toplatılıyor, yayımı, dağıtımı yasaklanıyor. Hükümeti eleştiren, birçok gazete ve derginin yayını durduruluyor. Muhalif gazete ve dergilerin çalışanların olmadık bahanelerle gözaltına alınıyor, tutuklanrıyor.
İktidarın baskı ve tehditlerine maruz kalan basın patronları, baskılardan kurtulmanın yolunu otosansürde buluyor.
Bu baskı sürecinin doğal sonucu olarak, halkın bilgi ve haber alma hakkı, düşünce, basın ve ifade özgürlüğü, kültür ve sanat yaşamı ağır bir otosansür iklimi altında.
Böyle bir ülkede demokrasiden, insan haklarından , özgürlüklerden,söz edilebilir mi?
''İleri demokrasi''yi kurma görevinin kendisine verildiğini iddia eden ''Ustalık dönemi hükümeti''nin totoliter tutumları yüzünden halkın haber alma hakkı gasp ediliyor.
Ticari kaygılarla, sahip oldukları gazete, radyo ve televizyonların yayın politikalarına müdahale eden patronlar yüzünden, otosansür, bilgi kirliliği, dezenformasyon yaygınlaşıyor.
Cezaevlerinde tutuklu bulunan 70 gazeteci, halkı haber alma hakkını kullandıkları için, cezalandırılıyor. 2009'dan bu yana 41 gazetecinin de tutuklanıp, salıverildiği gözönünde bulundurulursa, ''İleri demokratik Türkiye” de 111 gazetecinin cezaevi koridorlarından bir şekilde geçtiği anlaşılıyor,
Sadece İstanbul'daki Bakırköy Adliyesi'nde gazeteciler hakkında açılmış 2000'den fazla dava bulunuyor.
Gazetecilerin, yaptıkları haberler ve röportajlar, yayımladıkları veya hiç yayımlamadıkları kitaplar, haber kaynaklarıyla yaptıkları telefon görüşmeleri, haber kaynaklarından elde ettikleri bilgi notları veya belgelerden hareket edilerek, suç örgütlerinin üyesi olmakla suçlandığı bir ülkede, demokrasi mücadelesi vermek ''cesaret'' gerektiriyor.
Türkiye, işini iyi yaptığı için gazetecilerin yargılandığı ''ileri demokratik bir ülke”ye dönüştü.
Türkiye bu muameleleri hak ediyor mu?
ÇGD olarak, haksız,adaletsiz ve hukuksuz şekilde cezaevlerinde bulunan gazetecilerin derhal serbest bırakılmaları, tutuksuz yargılanmalarını istiyoruz.
Başta Terörle Mücadele Yasası olmak üzere,TCK ve Basın Yasası , "Uluslararası basın özgürlüğü ölçütleri " temelinde derhal değiştirilmelidir.
Olağanüstü dönemin DGM' lerinin devamı niteliğindeki Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri kaldırılmalıdır.
Sansürün kaldırılışının 103. Yılında Türkiye'deki gazeteci ve yazarların bir ayağı cezaevlerinde, biri ayağı mahkemelerde, kafaları otosansür kıskacındadır.
Medya ve ifade özgürlüğünün bu denli ağır baskı altında olduğu gerçeğini görmeyen, görmek istemeyen kimi meslektaşlarımızı, meslek kuruluşlarını, basın ve ifade özgürlüğü mücadelesinin içinde ve yanında yer almaya davet ediyoruz.”