Bir dönemin elinden sigarası düşmeyen, kirli beyaz pardesüsü ile tanınan dizi film kahramanı Komser Colombo’ya benzetmiş çalışma arkadaşları onu… Colombo, çözülmesi zor olayları zekasıyla aydınlatır, geride meçhul bir olay bırakmazdı. Antalya Emniyet Müdürü de, her ne kadar ‘saç’ konusunda gerçek Colombo’nun eline su dökemez ama zeka konusunda onu geçer.
ANTALYA LAKAP CENNETİ
Onur Bilge, ‘Binbir Gece Öyküleri’nde Antalya’daki lakaplarıyla ünlü insanları anlatır. İşte, onun kaleminden bir nostalji;
“Antalya yöresinde herkes lakaplarıyla tanınır. Halkımızın çoğunun adı Ahmet, Mehmet, Mustafa, Hasan, Hüseyin, Ali, Ayşe, Fatma, Hatice ve Zeynep’tir. Hangi Hasan? Topal Hasan... Dereköylü Hasan... Pıttı’nın Hasan... Hangi Ayşe? Karaaliler’in Ayşe... Zıpır Ayşe... Sütçü’nün Ayşe... Deli Ayşe... Herkes ya fiziki ve ruhi karakterinin en belirgin özelliğine ya da köyünün, kasabasının, doğduğu vilayetin adına yahut da anadan atadan gelen lakaplarına göre anılır. O nedenle mahallenin muhtarı olarak, semtimizdekileri lakaplarıyla da bilmek zorundaydım.
Didilalar’ın Neriman, Tabakların Ahmet, Tabakopulo, Kokmuş Fato, Hoppuduk Halime, Sağır İsmet, Kısık Sesli Sıdıka, Karabayırlı Yıldız, Kadini, Bulandıra, Gega gibi...
Bunların içinde öyle renkli bir sima vardı ki hepsine taş çıkartırdı! Sisi... Beyaz teni yaz kış sokaklarda dolaşmaktan kumrallaşmış, iri yarı, uzun boylu, pos bıyıklı, kır saçlı, aslında çok efendi bir adamdı. Onu tanıdığımda altmış dört altmış beş yaşlarındaydı.
Kamyon şoförüydü. Çok sigara içerdi. Deli denecek kadar sinirli bir mizaca sahipti ama delirene bakma, delirtene bak! Asıl adı Şükrü Tanır’dı. Soyadı çoktan unutulmuştu. Ona Sisi diyorlardı. Yüzüne karşı, ‘Şükrü Amca’, arkasından ‘Sisi’... ‘Şükrü Amca’ diye söz edilse; kimse, kim olduğunu çıkaramazdı. ‘Sisi’ demeden onu kimse tanımazdı. Bütün taksiciler, arabacılar, dolmuş, otobüs ve kamyon şoförleri onu lakabıyla tanırlar ve hepsi huyunu suyunu bildikleri için küfrettirinceye kadar kızdırırlar, gülerlerdi.
Onu kızdırmak, artık eskisi gibi zor değildi. Otomatiğe bağlamışlardı. Yolda sokakta Şükrü Tanır’ ı görür görmez yanına yaklaşıp, yavaşlayarak, dikkatini çekmek için sol kollarını taşıttan çıkarıp, araçların kapısına birkaç kez avuçlarının ayasıyla vurarak:
’Sisi!..’demeleri yeterliydi. Genelde ezberlenmiş tekerlemeyi söylüyorlardı, bağırarak: ‘Sisi!.. Lambanın isi!.. Eşektendir cinsi!..’
Anında başlardı, yedi sülalesini sayıp dökmeye! Şoför keyifle kahkahalar atar, yarılırdı gülmekten!.. Bir o mu? Çarşıda pazarda olayı gören herkes karınlarını tutarak katıla katıla gülerlerdi! Sisi, onun arabasına hücum eder:
’Erkeksen in ulan, arabadan!.. Gel de ifadeni alıvereyim!.. Seni gidi beni bilmez seni!..’ diye aracı yumruklar, özene bezene bir on beş dakika kadar, çoktan uzaklaşan, işine gücüne dalan şoförün arkasından, yedi ceddini kalaylamaya devam ederdi. Esnaf bir yandan gülerken bir yandan da güya sakinleştirmeye çalışır, kapının önüne birisi bir sandalye çıkarır, omzunu okşayarak:
’Otur amca! Bakma sen onlara! Bir çay getir oğlum, Şükrü Amca’na!’derdi.”