Şu sıralar çevremdeki herkes Hakan Günday’ın son romanı “AZ”ı konuşuyor. Zaten ilk dört sayfasını okuduktan sonra romanı düşünüp konuşmaktan başka bir şey gelmiyor elinizden. Kalbinize bıçak gibi saplanan bir başlangıcı var. Her zaman olduğu gibi saf acının romanını yazmış Günday.
İlk romanı “Kinyas ve Kayra” çıktığından beri kemikleşmiş bir okuru var. Ama her kitabı suya atılan taşın yeni halkası oluyor, o kitle genişliyor.
Yalnızca romanlarıyla da konuşulmuyor bu arada. Kendi romanından uyarladığı “Malafa” oyunu Tiyatro Dot’ta kapalı gişe oynuyor. Aynı tiyatrodaki “Festen” oyununun şarkı sözleri ve müziğinde de Hakan Günday imzası var.
2003 tarihli romanı “Piç” ise beyazperde için gün sayıyor. Senaryoyu Ümit Ünal yazıyor, filmi Selim Demirdelen yönetecek.
* Rodos’ta doğdunuz, ilkokul Brüksel’de, lise Ankara’da... Nasıl bir çocukluk yaşadınız?
Babam diplomat olduğu için daima hareketliydi çocukluğum. Yeni okula gitmeye, yeni sınıfta öğretmen elini omzuma koyup beni bütün çocuklara tanıştırdığında “Merhaba” demeye çok alışmıştım.
* Özgeçmişinizde siyaset bilimi okuduğunuz yazıyor. Neden bu bölümü tercih ettiniz?
Okudum ama bitirmedim. Siyaset o yaşlarda çok ilgimi çekiyordu, hâlâ da öyledir. Ama ben siyasetin bilimiyle ilgiliyim esas. Çevrenize baktığınızda, “Bunların olmasına sebep metinleri kim yazıyor?” diye düşündüğünüzde karşınıza yasalar çıkıyor. “Bunları kim yapıyor?” diye sorduğunuzda da siyaset bilimiyle karşılaşıyorsunuz. Hangi kaldırımdan yürüyeceğinize karar verenin kim olduğunu bilmekte yarar var.
“Turizm, insan ilişkilerinin havai fişek gibi patladığı anın adıdır”
* Siyaset bilimi, kuyumculuk, yazmak... Büyük bir arayış mı var geride?
Aslında o siyaset bilimi, öncesinde Fransızca mütercim tercümanlık o yetişme biçiminin üzerine gelecek doğal sonuçlardı. Sonrasında kendi içinizde bir duvara çarpıyorsunuz.
O duvardan geçtiğinizde, geride ne yapmak istemediğiniz kalıyor. İnsan böylece ne yapmak istediğine daha kolay ulaşabiliyor. Tabii bu benim gibi hayalperestler için geçerli. Ben aklı karışık biri olduğumdan, önce ne yapmak istemediğimi düşünmeye başladım ve ortaya dünya üzerindeki bütün meslekler kadar uzun bir liste çıktı.
* Antalya’da kuyumculuk da yaptınız. Diplomat babanın siyaset bilimi okuyan oğlu nasıl kuyumcu oldu?
Evet, 1,5-2 yıl yaptım. Eğer herhangi bir yabancı dil biliyorsanız, gerektiğinde turistlere mücevher de satabilirsiniz. Sonuçta bir semt kuyumcusunda burma bilezik satmadım.
* Dot Tiyatrosu için yazdığınız “Malafa” adlı oyunda da bu iyi bildiğiniz dünyayı anlatıyorsunuz.
Benim tanıdığım ve dünyanın farklı yerlerinde de benzer şekilde yapılan bir iş. Amsterdam’da da bir şehir turuna çıktığınızı zannederken, 12 dakika içinde, daha 700 metre gitmeden kendinizi dev bir pırlanta mağazasında bulabilirsiniz. Tek farkları anadillerinin Flamanca olmasıdır. Turizm, insan ilişkilerinin havai fişek gibi patladığı anın adıdır.
* Siz de bu işi “Malafa”daki karakterler gibi mi yapıyordunuz? Türlü numaralar çekerek...
En azından onların çalıştıklarına benzer bir yerde çalıştım. O satış teknikleri tabii ki romana has. Ama şunu söyleyeyim, bir araba fiyatındaki bir mücevheri, o ana kadar hiçbir şey satın almayı düşünmemiş olan, böyle bir şeye hiç de ihtiyacı olmayan birine 45 dakika içinde satmak için ne yapabilirsiniz: Her şeyi! Ne yapılabilirse...
* Demek böyle bir beceriniz var. Herkesin harcı değil...
Konuşmak lazım. Galiba hikaye anlatmaktan çok uzak olmadığım için fena değildim.
* Ne zaman bıraktınız?
Askere gitmeden önce, beş yıl olmuştur.
* Şimdi sadece yazarak mı geçiniyorsunuz?
Evet.
* Türkiye koşullarında bu mümkün mü?
Ben bu soruya biraz sinirleniyorum. “Maliye’den mi geliyorsunuz?” diye sorasım geliyor. Evet, Türkiye’deki durumu bildiğin için ilk aklına gelen bu oluyor. Şöyle cevap vereyim. Eğer önceliklerinizi iyi belirlerseniz, hayatınızı okuyarak bile geçirebilirsiniz. Liste yapılır, nelerden vazgeçilecekse geçilir. Hayatı yaşamaktansa hayatta kalmak dikkate alınırsa, yazarak da yaşanır. Ama sonra yazdıklarınız sizi bir zepline de bindirebilir.
“Uzun süre boş duvarlara bakarak çalışırım”
* “AZ” zihninizde nasıl başladı?
Öncelikle bir mezarlık hikayesi anlatmak istiyordum. Mezarlıkta çalışan çocukları...
* Neden?
Çünkü ölümle iç içe olup onu artık umursamayacak noktaya gelmiş bu insanlar, sadece 6 yaşındalar. Ölümü öğren, ondan para kazan, onu umursama ve bunları konuşmayı öğrendikten sonra dört yıl içinde yap. Bu anlatılmaz da ne yapılır? Oturulup düşünülmez de ne yapılır? İlk anlatmak istediğim buydu.
* Nasıl bir çalışma yönteminiz var?
Uzun bir süre boş duvarlara bakarak ve çok nadiren notlar alarak çalışıyorum. Öyle sürekli yazan, yanında defter taşıyan biri değilim. O yüzden unuturum, sonra başka bir şey hatırlarım. Sonra başlangıca dair bir fikir oluşur. Aslında bunlardan önce hepsi bir kelimeyle başlar, o da zaten kitabın adı olur. Bütün kitaplar önce adıyla geliyor aklıma, sonra o kelimenin bana çağrıştırdığı her şeyi yazıyorum.
* Yani “AZ”, “az” kelimesiyle başladı.
Evet. Az kelimesi ve çocuk hikayesiyle. Azın yapısını düşündüm, harflerin koca bir alfabeyi yok etme pahasına bir araya geldiklerini... Önce kelime, sonra duvarlara bakma, sonra başlangıç... Harry Mulisch adındaki yazar diyor ki, “Ben yazıyorum çünkü ne yazacağımı merak ediyorum”. Benimki de biraz böyle oluyor. Ben de bilmiyorum, göreceğiz bakalım diye yola çıkıyorum. Konuşarak varamayacağım noktalara yazarak varacağımı biliyorum.
“Türkçede yazılmış en iyi metinleri düşündüm, karşıma Oğuz Atay çıktı”
* Romanın bir noktasında üçüncü bir başrol oyuncusu giriyor, Oğuz Atay. Neden onu seçtiniz?
Türkçede yazılmış en iyi metinleri düşündüm, karşıma Oğuz Atay metinleri çıktı. O karakterde bir dönüm noktası olacaksa bu bir sanat eseriyle olmalıydı. Bir de Oğuz Atay kitapta var olmayan, adından bile bahsedilmeyen masumiyet ve iyilik fikri için orada.
* Masumiyet ve iyiliğin simgesi Oğuz Atay mı sizin için?
Metinleri öyle. Benim için onun metinleri kırılganlığı, masumiyet arayışını anlatıyor.
* Kendinizi akraba hissettiğiniz bir yazar mı?
Onun karakterlerindeki o kırılganlık, aşırı hassas olmak, açık yara gibi yaşamak benim de fark etmeden yazdığım şeyler... O açıdan tabii ki akraba. Ama dikey olarak uzak hissediyorum, olağanüstü yazmış biri. O kadar yüksekte ki dikey olarak çok uzaktayız.
|
|
Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır. Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım. |