GİRİŞ
29 Mart 2009 akşamı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan gazetecilere şöyle bir şey söyledi: ‘Çok ama çok anormal bir durum’
Bahsedilen durum Antalya’dan gelen seçim sonuçlarıyla ilgiliydi.
Tayyip Erdoğan siyasete atıldığı günden beri ilk kez CHP’ye yenilmişti. En güvendiği ilde seçimini kaybetmişti.
Başbakanın hayretler içinde ağzından dökülen sözcükler, aslında tüm Türkiye’nin ortak düşüncesini yansıtıyordu.
Antalya küçük bir il, aday seçimiyle oyları radikal bir şekilde dönüştürecek bir ilçe değildi; Türkiye’nin en büyük illerinden biriydi.
Antalya’da ne olmuştu? Antalya’da nasıl olup da CHP kazanmıştı? Bu beklenmedik başarının sırrı neydi?
…….
ANTALYA’DAN GELEN TELEFON
İstanbul’daki ofisimde ticari müşterilerimin işlerini yaparken, Aralık ayının son haftasında akademisyen arkadaşım Çetin telefon etti.
‘Ben Antalya’dayım biliyorsun. Burada bizim Mustafa Akaydın diye, eski rektör tanıdığımız var. Belki Büyükşehir’e aday gösterilebilinir. Şu anda kimse umursamıyor adamı, düşenin dostu olmaz mantığıyla kimse yanına yaklaşmıyor. Ama bence ilginç bir insan. Bir gelsen de görüşsen’ dedi.
Arkadaşımı kırmadım ve Antalya’ya gittim.
Hikaye de burada başladı.
……
KİM BU AKAYDIN?
Mustafa Akaydın kimdi? Google’da biraz araştırınca hiç iç açıcı sonuçlara ulaşmadım. Üniversiteler arası Kurul’un başkanlığını yapmış, çatık kaşlı, öfkeli, sert bir insan bekliyordum. Katı laikçi bir görüntü veriyordu. Haklı veya haksız çeşitli nedenlerle negatif bir imaj çiziyordu.
Peki bu imaj ‘’belirgin’’ miydi? Hayır… Antalya’ya gitmeden önce bir siyasi araştırma şirketine araştırma yaptırdım. Antalya’da ki 1000 deneğe Mustafa Akaydın’ın adını sordular. Tanınma oranı %15 civarındaydı. Bu %15’in büyük bir kısmı da oylarını başka şehirlerde verecek üniversite öğrencileriydi. Ayrıca tanıyanların yarısı çeşitli nedenlerle Akaydın’ı pek sevmeyen insanlardı.
……..
ZORLUKLAR
‘’Ben burada bir ekip kuracağım. İstanbul’da ki işlerimi ihmal etmemek için Antalya-İstanbul arasında mekik dokuyacağım. Bu sırada yepyeni elemanlar alacağım ve bunlara bir sürü maaş vereceğim.
Sizin bu operasyonun maddi yönünü halletmeniz gerekli ama bu tek başına asla yetmez.
Varsayın ki, en güzel fikirleri bulduk, en iyi ilanları yaptık. Bunları nereye asacağız? İstanbul ve Ankara’da değiliz. Ulusal medya bizi zerre umursamaz. Onlar zaten seçimi asla kazanamayacağımızı düşünecekler ve bırakın sizi desteklemeyi engellemek için ellerinden geleni yapacaklar.
Menderes Türel gazeteci. İstanbul’da bir yığın gazeteciyi tanıyor. Çok sayıda insanla çok farklı bağlantıları var.
Onunla ne ilişki sermayesiyle ne de finansal olarak baş edemeyiz. Hatta rakip bile olamayız.
Doğruları düşünmemiz yetmez. Bu doğruları halka aktaramazsak seçimi kazanmamız zor olur.
Benim görevim sizinle ilgili bu gerçekliği mümkün olduğu kadar çok Antalyalı’ya anlatmak.
Ama para olmazsa bunu nasıl becerebilirim bilmiyorum.kendi alacağım parayı değil, ilanlara, afişlere, broşürlere vereceğimiz parayı kastediyorum. Antalya’lı işadamları bile size kolay kolay destek vermeyecektir. İş dünyası doğanın gereği haklının değil, güçlünün yanında olmak zorundadır.
Yani açmazlarımız çok.
Ama ben ‘Orada Olan Adam’ olursam, sizinle el ele verirsek belki bir mucize yaşayabiliriz.
Dediğim gibi en iyisini yapacağız. Ama kendimizi çok kaptırmayacağız.
……
30 MART SABAHI MUTLU UYANMAK
Beni yine Günseli Hanım’ın muayenehanesine davet ettiler. Orada iki saatlik bir toplantı yaptım. Toplantıya Mustafa Akaydın dışında, ilk kez orada gördüğüm Ömer Melli ve diğer CHP yöneticileri de katıldı. Ayrıca yine ilk kez orada gördüğüm ve sonradan çok yakın arkadaş olacağım Mehmet Aktekin de dikkatimi çekmişti.
Bu kez bir projeksiyondan da yardım alarak sunuma başladım.
…….
ORADA OLAMAYACAKSIN
Aradan bir hafta geçti. Hiçbirşey için zamanımız kalmamış olduğu halde, koskoca bir hafta daha harcandı gitti.
Ben Hoca’nın durumuna çok üzülüyordum. O gece yaptığımız toplantı da bile yanında onu gerçekten seven çok az insan varmış gibi hissetmiştim.
Sonunda telefonum çaldı. Mustafa Akaydın üzgün bir sesle konuştu:
‘’İlyasçığım, verdiğin emeklere, yaptığın işlere çok teşekkür ederim. Allah senden ve ekibinden razı olsun. Çok üzülerek söylüyorum ki, seninle çalışamayacağız. Çünkü Ankara’dan para gelmiyor. Antalya ilinin tüm seçim kampanyası için CHP Genel merkezinden 300 bin lira para yollamışlar. Bununda yarısı ilçelere gidecek. Bize kalan 150 bin lira ile basit bir afiş kampanyası bile yapamayız. Antalya’nın zenginleri ya Türel’in yanında ya da en azından benim yanımda değiller. Çünkü kimse bu seçimi kazanacağıma inanmıyor. Kimse kaybedecek ata oynamak istemiyor. Bu nedenle kimseden bir bağış, bir destek alacak durumda değiliz. Ben ve eşim doktoruz. Gelirimiz belli. Birikimimizin büyük bölümünü de daha şimdiden, yemeklere, gezilere, mahiyete harcadık. Bunlar için bile iki ay nasıl dayanırız bilmiyorum.
Özetle senin ajansının parasını karşılamamız mümkün değil. Büyük konuşmuşum. ‘Orada olamayacaksın.’ Sana ve ekibine teşekkürlerimi sunuyorum’’
‘’REKLAMCILAR BÖYLEDİR’’
Bu kez arayan CHP Antalya İl Başkanı Ömer Melli’ydi. Ömer Melli, Frank Sinatra’yı anımsatan bir fiziğe ve Küçük Emrah’ı anımsatan hüzünlü kaşlara sahip ilginç bir insandı Sanırım inşaat işiyle uğraşıyordu. Parasının bol olduğunuda duymuştum.
‘İlyas Bey, biz sizinle çalışmıyoruz. Çünkü hiç paramız yok,’’ dedi.
Aklıma Antalya’nın her yerini sarmış Melli Apartmanları geldi ama sesimi çıkarmadım.
Nazikçe söylemem gereken şeyi söyledim:
‘‘Önemli değil Ömer Bey. Kalbimiz sizlerle. Antalya’ya gelemesek de, İstanbul’dan üzerimize düşen bir görev olursa yapmaya hazırız,’’dedim.
Bunun üzerine Ömer Melli tuhaf bir laf etti:
‘’Zaten siz reklamcılar hep böylesinizdir. Önce 10 lira ister, sonra 1 liraya da tav olursunuz. Ama bu kez hiç para yok. O nedenlede bu iş bitti.’’
Telefonu kapattı. Kızgınlık ve şaşkınlık arasında gidip gelen duygularla baş başa kaldım.
Bu adam, bu gereksiz lafı neden etmiş olabilirdi? Zaten bir daha ömrümün sonuna dek görmeyeceğim bir adam, niye bana böyle konuşmuştu?
Aklımdan bu durumu gerekçelendirmeye çalıştım:
Hoca’nın ardından kısa bir süre sonra aradığına göre, Hoca.2nın beni bilgilendirdiğini bilmiyordu. Bu durumda beni bu işten soğutmak ve püskürtmek için böyle konuşmuş olabilirdi.
Belki Hoca’nın bu seçimi kazanmasını istemiyordu. Çünkü bu seçim kazanılmazsa, beş yıl sonra kendisinin aday olacağına inanıyordu. Bu konuda pek çok Antalya’lı böyle düşünüyordu. Bendeki ışığı görmüş ve planlarını bozacağımı düşünerek, bile bile böyle konuşmuştu.
Beklide böyle entegre amaçları yoktu ama ‘’İstanbullu züppe reklamcı’’ diye düşünüp, içindeki taşralı kompleksini açığa vurmuştu. Ama böyle düşünmesini sağlayacak hiçbir şey yapmamış, aksine herkese nazik davranmıştım.
Veya tüm bu söylediği boşboğazlıktan ibaretti. Kötü bir niyeti yoktu. Yaşadığı yoğun günlerin etkisiyle affedilebilir bir densizlik yapmıştı. Üzerinde durmaya değmezdi.
KARAR ANI
Bunları düşünürken birden telefonu elime aldım ve Mustafa Akaydın’ın isminin üzerine bastım:
‘’Hocam’’ dedim Mustafa Akaydın’a ‘’ben 2 Şubat Pazartesi sabahı evinize kahvaltıya geliyorum.yanımda da yapacağımız kampanya olacak. Bu seçimi alma ümidimiz %1 bile olmayabilir ama umrumda değil.< ihtimal küçük de olsa, iki ayımı kaybetmeyi göze alacak kadar gencim. Özetle sizin yanınızdayım. Yalnız tek bir şartım var: uçak ve otel paralarımız dahil, bir kuruş bile para almayacağım. Sakın itiraz etmeyin. Sadece bize güzel bir kahvaltı hazırlayın. Günseli Hanım’a ve tüm kardeşlerime sevgilerimi sunarım.
Tayyip Erdoğan’a çok ama çok anormal bir durum dedirten süreç işte böyle başladı.
KAHVALTIDA
Bütün hafta sonunu çalışarak geçirdikten sonra, pazartesi sabahı Ümit, Erkan, Hande ve ben dört kişilik bir ekip olarak Antalya’ya geldik. Görevliler bizi havaalanında karşıladılar ve İstanbul şartlarında bile uzun bir yolculuktan sonra Akaydın’ların apartman dairesine getirdiler.
Elimizde sunum çantası vardı. Sunumda yapacağımız tüm broşürler, tüm kataloglar, tüm başlangıç ilanlarının taslakları vardı. Ayrıca bir zaman planı yapmıştık.
Genel stratejimöin tamamı aklımdaydı. Ama yol üzerinde taktik vuruşlarda yapabilirdik.
Kahvaltıya oturduk. Evde ikinci kez gördüğüm için tanıdığım Mehmet Aktekin vardı. (Mehmet Aktekin de profesör olduğu için ona da hoca demem gerekiyordu. Ama ‘’bidiğimiz’ Hoca olan Mustafa Akaydın’la yapışık ikiz gibi yaşayan bu adamı karıştırmamak için ona daha sonra Hacı adını taktım. Hatta seçimden sonra Antalya’da seçimi AKP’ye karşı Hacı Hoca tayfası kazandı diye şakalar yapmıştık.) ayrıca Çetin aracılığıyla tanıştığım arkadaşım Merih Taşkaya, Hoca’nın yanında maaşla çalışan tek kişi olan asistanı Akgün, İletişim Fakültesi eski dekanı Profesör Ümit ve Adem vardı.
Kahvaltımız bitince sıra Hoca ve ekibine kampanyayı anlatmaya geldi.
CHP’NİN DELİKANLILARI
Hoca burada beni büyük bir masaya oturttu. Masada tanımadığım 20 civarında CHP’li de vardı.
Çocukluğumdan beri ‘’partili’’ insanları fazla sevmem. ‘’particiliği’’ hayat tarzı haline getirmiş insanların içinde, iyi diyebileceğim pek az kişi tanıdım. Hangi parti olursa olsun bu değişmedi.
Bu nedenle gergindim patronum hoca olmasına rağmen, birilerini tekrar ikna etmek zorunda mı kalacaktım? Bu kadar çok insanı nasıl ikna edebilirdim ki?
Toplantı 20 dakika kadar başlayamadı. İl Başkanı Ömer Melli’nin gelmesini bekledik. Nihayet o da geldi ve ben tüm fikirleri ortaya koydum. Bunu yaparken de çok hevesli bir tonlama kullanmadım. Çünkü gerçekten de ‘’hevesli’’ değildim.
Sunum bitti. Odayı bir sessizlik kapladı. Böyle anlarda bir kişi sessizce mırıldanır, onu bir başka kişi izler ve birkaç saniye içinde herkes fikirlere çamur atmaya başlar. İlk taşı kimin atacağını tahmin etmeye çalıştım. Nihayet başlangıçtan beri en çok şüphelendiğim kişilerden biri masaya vurdu ve konuştu:
‘’Tebrik ederim, işler harika olmuş.’’
Böyle bir çıkış hiç beklemiyordum. Sanırım odadaki kimse beklemiyordu. Herkes afalladı.
Bu kadar gür bir sesle onay gelince diğer insanlarda onaylama kervanına katıldı
Atmosferi tam zamanında değiştiren bu gür sesli kişinin adının Yıldıray Sapan olduğunu daha sonra öğrendim. Aynı gün Mesut Kılcı isimli bir başka CHP’liyle de tanıştım.daha önceden Ömer Apa diye bir başka ‘’genç’’ CHP’liyle de tanışmıştım. Bu adamlar benim yaşlarımda, CHP’lilikten ziyade ‘’devrimcilikten’’ gelen delikanlılardı. Zamanla onların çevresinde toplanmış bileği kuvvetli, akıllı ve genç birçok CHP’liyle tanıştım.
Yıldıray, Ömer ve Mesut seçim kampanyası boyunca hep benim yanımda durdular. Onlar ve ‘’genç CHP’liler’’ yanımızda olmasa bu işi başaramazdık.
Çünkü Hoca da, ben de, siyasetten zerre kadar anlamayan tiplerdik.bu kişiler sayesinde sokaktan haberimiz oldu. Yine bu kişiler sayesinde kendi içimizde önümüze muz kabuğu atanlardan korunmuş olduk.