"Bugün bir meslek anısını yazmak istiyorum. Polis için ‘ele geçirilen 1 gram uyuşturucu ile 1 ton arasında bir fark yoktur’ Çünkü her iki unsur da zehirdir. Üç kuruş için elin adamı gelip sizin çocuğunuzu zehirleyecek ve siz buna kayıtsız kalacaksınız.
Mümkün değil. Konuyla ilgili Polislik mesleğinde unutamadığım, hatırlarken tebessüm ettiğim bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Aldığımız bir ihbarı değerlendirmek üzere operasyona gidiyoruz. Ben ve diğer meslekdaşımla alıcı kılığındayız. Üzerimizde bize zimmetlenmiş yüklü miktarda Alman markı var. Alışveriş bir köyde yapılacak.
Operasyonda her şey en ince ayrıntılarına kadar düşünülmüş. Üzerimizde kendimizi koruyacak silah ve mesleki kimliğimiz bile yok. Karşınızda para için gözü dönmüş bir suç örgütü var. Yapacağınız en küçük bir hata, kıracağınız bir pot, hayatınıza mal olabilir.
Suç çetesinin lideri beni ve diğer meslekdaşımın gözünün içine bakarak bize ayar verircesine samimiyetimizi sorguluyor. Derken alışveriş başladı. Kahveler geldi. Kahve geldikten sonra beni bir korku ve endişe aldı.’Ya bu kahvelerin içinde uyku ilacı varsa ve parayı alıp giderlerse. Bu parayı devlete ödemek için memleketteki Harran ovasını satsam ödeyemem düşüncesiyle ’Kahveyi ben mi içtim, yoksa kahve mi beni içti anlayamadım.
Can tatlı nasıl olsa. Allahtan diğer arkadaşım sakin ve huzurlu bir atmosfer içinde ayaklarını uzatmış keyfine bakıyordu. Neticede yılların Narkotikçisi. Bense tıfıl bir memur. Kahveler içildikten sonra numuneler geldi. Arkadaşım kontrol ederken diğer ekipteki arkadaşlarımız da köyü kuşatmıştı. Derken bütün zehirlerin olduğu ambara gittik.
Arkadaşım zehirleri gördükten sonra müsaede istedi ve tuvalete gitmek istediğini belirtti. Tuvalette cep telefonundan arkadaşlarımıza operasyon için başlamalarını istedi. Köyde konuşlanmış arkadaşlar üzerimize çullandılar. Ben de diğer arkadaşım da alıcı kılığında olduğumuz için, rol icabı ben iki elimi başımın arasına almama rağmen onlarca tekme, tokat, yumruklar yedik. Üzerimizdeki elbiseler paramparça edildi. Suç çetesi ile birlikte nezarete atıldık.
Mesleğin cilvesi olsa gerek yediğimiz dayak ve yırtılan elbiseler bize kar kaldı. Ama tarifi imkânsız büyük bir kıvanç ve onur yaşadık. 90’lı yılların ilk döneminde gazeteci dostlar bir operasyon bittikten sonra suç işleyenleri nezarette bile görüntüleyebiliyorlardı.
Ortada ses getirecek büyük bir operasyon başarısı söz konusu. Yüklü miktarda uyuşturucu madde ele geçirilmiş. Basın da bunu elbette ki haberleştirecek. Şahısların sorgusu bittikten sonra adliyeye sevk edildiler. Gazeteci arkadaşlardan o dönem Gaziantep27 gazetesinin acar muhabir Yusuf Kılıç gazetede kaçakçıların beyanına göre sekiz sütuna manşet bizi haber yapmıştı.
Tarihe geçen manşet aynen şöyle: ‘ Tipleri o kadar bozuktu ki şüphelenmedik.’ Devamında da şu görüşlerini paylaşmışlar. Bizim köye gelip, bizim kahvemizi içen bu iki şahsın tipi o kadar bozuktu ki, güzellik yarışmasına girseler tipsizlikten 6 ay hapis yatarlar.
Polis olacakları hiç aklımıza gelmemişti. Yaktınız ula bizi.’Diğer yerel ve ulusal gazetelerde de şahısların aynı ifadeleri yer almıştı. Haberi okuduktan sonra şubede diğer arkadaşıma ‘bu ifadeler sana mı yönelik bana mı?’diye takılmıştım. Kendisinin son derece yakışıklı bir Polis olduğunu belirterek ‘Ben haşin ve karizmatik bir şahsiyetim. Jean Paul Belmondo’nun Türkiye versiyonuyum kardeşim. Aşkolsun. Bana nasıl böyle bir ithamda bulunabilirsin.’deyince tüm şubede kahkaha tufanı kopmuştu."