Antalya SGK Bölge Müdürlüğü'nde görevli müfettiş Gülay Çetin (48), 21 Aralık 2006'da evine gelen evli ve 2 çocuk babası işadamı Ahmet Develier'i 6 kurşunla öldürdü. Antalya 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 2008'de 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Emekli jandarma uzman çavuş bir babanın kızı olan Gülay Çetin, kaldığı Antalya F Tipi Cezaevi'nde mide ve yumurtalık kanserine yakalandı. Cezaevinde yaşadığı sağlık sorunlarının giderilmesi için Adalet Bakanlığı'na yaptığı başvuru sonuçsuz kaldı. Diyarbakır Tabip Odası ve İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi, Çetin'in sağlık durumuna tespit etmek için mektup yazdı. Ancak Çetin ile görüşmeler sürerken geçtiğimiz ay ölüm haberi geldi.
"AF DİLEMİYORUM VİCDAN TERAZİSİ EŞİT DAĞITILSIN"
Cezaevinde hastalıktan dolayı hayatını kaybeden Çetin, ölmeden önce kaleme aldığı iddia edilen ve durumuyla ilgilenen Diyarbakır'daki sivil toplum örgütlerine gönderdiği mektubunda işlediği cinayeti detaylı olarak anlattı. Çetin, görevinde kendini koruması için devletin verdiği ruhsatlı silahla cinayeti işlediğini kaydetti. Çetin, İHD Diyarbakır Şube Yöneticisi Keziban Yılmaz'a gönderdiği "Uçmak istiyorum özgürce" başlıklı mektupta işini başarılı bir şekilde yürüttüğünü, yazdığı raporların Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nde içtihat haline geldiğini belirterek, "Bana ne yazık ki taşıma ruhsatlı silah verdiler görevim gereği. Ama silahı görünce ilk anda eyvah dedim, bu tabanca başıma iş açacak' diye derin duygular hissettim" dedi.
Yapı olarak son derece merhametli, yumuşak huylu, iyi kalpli, kimseye kötülüğü olmayan ve kariyerimi, işini iyi yapma çabasında bir kadın olduğunu belirten Çetin, şunları anlattı:
"Evlenmek kısmet olmadı. Evimle işim arasında çalışırdım. Denetlediğim maktul beni 3 yıl rahatsız etti. Onun saplantılı duygusal taleplerinden bıkmıştım. Hep taciz ediyordu. Bu rahatsızlığımı ne aileme, ne de iş arkadaşlarıma anlatabildim. Beni bir hanım olarak sanırım daha iyi anlarsınız. Erkek egemen bir iş hayatım vardı. Üstadlarım bana hep evimde oturmamı, kadınların müfettişlik yapamayacağını sürekli söylerlerdi ve negatif ayırımcılık yaparlardı. Psikolojik mobbinge maruz kalırdım. Bu nedenle onları haklı çıkarmamak için işverenin tacizini onlarla paylaşmadım. Kendim mücadele etmeye çalıştım. Olmadı, evime geldi. Ben de kafasına 6 el ateş ettim. Asla pişmanlığım yok. Ancak Çinlilerin bir atasözü var. ‘Birini öldürünce, iki kişilik mezar kazmak' gerekiyormuş. Ben kriminal bir vaka değilim. Ama, kadınlık, ırzım, namusum, şerefim, onurum için yolun bittiği yere gelmiştim. Hep içim acıyor, hala travma yaşıyorum. Buradan tabutla tahliye olmak istemiyorum. Ben kimseden merhamet, af dilemiyorum. Adalet ve vicdan terazisi acaba eşit tartıyor mu? Ben günden güne ölüme gidiyorum. Ölüm-kalım savaşı veriyorum. Bu yasalar uygulanmayacaksa neden yapıldı? Türkiye hapishaneleri yeni bir ölümün eşiğinde, geç teşhis konulan hastalığımdan dolayı, bir ölüm daha yaşanabilir."
10 YILDA 913 MAHKUM ÖLDÜ
2000 ile 2010 yılları arasında Adalet Bakanlığı verilerine göre Türkiye'de 913 mahkumun yakalandığı hastalıktan öldüğünü söyleyen Diyarbakır Tabip Odası Başkanı Dr. Şemsettin Koç, ölüm döşeğinde 9 mahkum olduğuna dikkat çekti. Koç, Türkiye'de anayasal güvence altında olan 'Sağlıklı Yaşama Hakkının' tüm vatandaşlara eşit, ulaşılabilir ve nitelikli sağlık hizmeti sunumunda sorunlar yaşandığını öne sürdü. Koç, "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin, teşhis ve tedavisi geç başlatılan ve haklarında yasal mevzuatın uygulanmasında gecikilen mahkûmlar için, cezaların infazına cezaevinde devam edilmesi halinde bu kişilere Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 3. maddesine göre işkence ve kötü muamele kapsamında değerlendirilmiştir" dedi.