Sağlık Bakanlığı’nın ‘Sağlıkta Dönüşüm Projesi’ dâhilinde, Kamu Hastaneleri Genel Sekreterliği kurulması gündeme geldiğinde, oldukça heyecanlanmıştım.
Edindiğim o zamanki bilgiler ışığında, artık Ankara merkezli bir teşkilattan, dolaysıyla bürokrasiden kurtuluyorduk.
İlerde sağlık ve hastane işleri tümüyle Kamu Hastaneleri Birliği’nce idare ve sevk edilecekti.
Güzel ve cesaretle atılmış bir adımdı.
Teferruatlarla şimdilik sizlerin kafasını karıştırıp, asıl konudan koparmak istemiyorum.
Muhatapları söylenen ve yapılmak istenenlerle şimdiki gelinen noktayı çok iyi biliyor.
Sistemin kurulması ve ilk genel sekreterler Türkiye çapına atandı.
Sistemin Antalya ayağında, el yordamı ile bir şeyler yapıldı.
Başarılı başarısız.
İlk atamaların sonuna doğru cadı kazanı kaynamaya başladı.
İkinci genel sekreterler atanınca, kazan fokurdamaya başladı.
General çavuş, onbaşı albay oldu.
Sitemin Türkiye genelinde yüzlerce mağduru, küskünü oldu.
Şimdi de çık işin işinden çıkabilirsen oldu.
Ben bildiğiniz gibi 30 yılık bir magazin gazetecisiyim.
Naçizane “Yaşayan Antalya” adlı hazırladığım bir sayfam var. 30 yılı aşkın bir süredir yine
“Zaman Zaman” adlı bir köşe yazarıyım.
Adından da anlaşılacağı gibi zaman zaman yazarım bu köşeyi.
Zaman zaman sayfamda hastane ve birim tanıtımı, köşemde de hastane ile ilgili okuyucu mektubu yayınladım.
Sebebini bir türlü anlayamadığım Antalya Kamu Hastaneleri Birliği bana adeta savaş açtı.
Bu kısa tespitin ardından, şimdi şahsen yaşadığım, başımdan geçen bir olayı aktaracağım.
Hani cami duvarı meselesi var ya…
ARAŞTIRMA HASTANESİ
Antalya’nın sağlık anlamında şu an gururu olan.
Özelikle bu son dönem Doç. Dr. Yalçın Yüksel’in yönetimindeki Araştırma Hastanesi parmakla gösterilmekte.
Ben hastaneyi çok iyi bilmem, Kamuoyundan edindiğim bilgilerden yukarıdaki tespiti yaptım
Ama hastanenin yapım aşamasını çok iyi bilirim.
Burada bir parantez açarak zamanın AK PARTİ eski Milletvekili Dr. Osman Akman'ın, yine zamanın başhekimi, sonraları CHP’nin eski Milletvekili Dr. Arif Bulut'un hastanenin yapımındaki emek ve çabalarını çok iyi bilenlerdenim deyip parantezi kapayalım.
Hiç tanımadığım Başhekim Yüksel Hocayı telefonla arayarak, haber yapmak istediğimi söyledim.
Sevgili hocam olabileceğini, ancak kendinin izinli olduğunu, izin dönüşü görüşebileceğimizi söyledi.
Belirttiği günde tekrar telefonla konuştum.
Konuyu anlatım, okey alıp hastanede buluşmak üzere randevulaştık.
Randevu verdiği gün ve saate hastaneye gittim.
Yakışıklı, karizmatik, yönetimine hâkim, heyecanlı ve iş bitirici hiç beklemediğim bir yönetici tipiyle karşılaştım.
Hemen konuya girdim.
Konunun muhatabı olan isabetli teşhisi, başarılı tedavileri ile ünü sınırlarımızı aşmış, değerli hoca Doç. Dr. Murat Savaş’a durumu anlattı.
O da okeyi verince, yapacağım haberin heyecanı ile tam ayrılmak üzereydim ki kısa bir sohbet konusu açıldı.
Ne olduysa olan o kısa sohbet esnasında oldu. Randevu günü tesadüf Kepez Sütçüler Hastanesi ile ilgili okuyucu mektuplarından oluşan köşem çıkmıştı.
Sevgili başhekim, birden ‘O köşeyi sen mi yazmıştın?’ dedi. Evet, dedim.
O sırada bir kadın görevli birden yanımızda belirdi.
Sonradan adının Fatma olduğunu öğrendiğim görevli konuya girerek, başhekime, ‘Efendim, arkadaş böyle istediği zaman haber yapamaz. Bana dilekçe verecek, izin alacak, izin çıkarsa haber yapabilir’ dedi.
Başhekim de, “O zaman yardımcı ol” dedi o bayan görevliye...
Bende, mevzuat böyledir, gideyim dilekçemi vereyim, işime devam edeyim madem deyip başhekime veda ederek görevlinin arkasına takıldım.
Hangi doktorla görüşmek istediğimi belirttiğim dilekçemi yazıp verdim. Dilekçeyi tam bir bürokrat titizliği ile inceleyen görevli, biraz sinirli ve yüksek ses tonuyla "Konu ne?" diye sordu.
Benden konuyu yazmamı, genel sekreterlikten izin alacağını, izin aldıktan sonra haberi yapabileceğimi, ardından haberi kendilerine getirip, genel sekreterlikten onay aldıktan sonra yayınlayabileceğimi söyleyince beynimden vuruldum.
Kurumunun bir sansür kurumu mu olduğunu sordum. Bir gazeteciye yapılabilecek en büyük hakareti yapıyordu. "Sizin uygulamanız yalnızca 12 Eylül askeri darbesinden sonra uygulanmaya başlandı. Gazete yayınlanmadan önce albay gazeteyi inceler okur, sonra okey verir gazete basılırdı" dedim. "Siz onların yerini mi almaya çalışıyorsunuz?" dedikten sonra, kızıp hastaneden ayrıldım.
Sonra da Başhekime durumu telefonla anlatıp verdiğim dilekçenin yırtılıp atılmasını, o haberi de yapmayacağımı iletim.
Ortada kalan başhekimin üzüldüğünü ses tonundan anlamıştım.
Başhekimi 10 gün aradan sonra tekrar aradım. Elinden bir şeyin gelmediğini, genel
sekreterlikle görüştüğünü, ayrıca telefonumu genel sekterlik basın sorumlusuna verdiğini, beni arayacaklarını söyledi.
Antalya Kamu Hastaneleri Genel Sekterliği’nin ‘Sansür Kurulu’ndan şu ana kadar bir cevap gelmedi ve arayan da olmadı.
Böylece parmakla gösterilen Araştırma Hastanesi, dolayısıyla ünü sınırlarımızı aşan Doç. Dr. Murat Savaş ile röportajım yattı. Sağlık konusunda halkı bilgilendirme ile ilgili bir haber talebimin önüne setler çekildi.
Antalya Kamu Hastaneleri Genel Sekreterliği ne zaman hastanelerin iyi yönlerini gösterdiğim haber çıksa yöneticilerini fırçalıyor.
Neyi kıskanıyorsa…
Okuyucu mektubunda yazdığım gibi de, ne Sağlık Bakanlığı yetkilileri, ne de Antalya Valiliği yetkilileri konuya ilgi duymadığı müddetçe, biz yazarız ve imam da bildiğini okur.
Son söz; yıllarca Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel'in sahibi olduğu gazetede çalıştım. O gazetenin patronu olarak sayın Türel bir yazımı dahi sansürlemedi. Ardından yıllarca Eyilik Grubu'nda gazeteci olarak çalıştım. Orada patronum dahil hiçbir yöneticim sayfama karışmadı ve sünsürlemedi. Sonra Dursun Gündoğdu’nun sorumlu olduğu internet sitesinde magazin yazdım. O da aklından bir gün bile sansürü geçirmedi. Haaa unutmadan onu da yazayım. Antalya siyasetinin sağlığa bakan üst düzey seçilmiş yetkilisiyle konuştum, o da durumdan çok memnun değil bilgilerinize...
ANTALYA KAMU HASTANELERİ GENEL SEKRETERLİĞİ SİZİN SANSÜR KURULUNUZDAN GEÇİRMEDEN BU YAZIYI YAZDIĞIM İÇİN KUSURA BAKMAYIN...