* Yıllar boyunca girdiği her ameliyattan sonra notlar alan ve bir gün bunları kitap yapmak isteyen Demirbaş, "Dört duvar değildir ameliyathane. Dört duvarı siz görürsünüz, ben ameliyathanede hayatı görüyorum" dedi.
Antalya'da özel bir hastanenin Organ Nakli Bölüm Başkanı Prof. Dr. Alper Demirbaş, çoğu zaman günde 5 ameliyata giriyor. Böbrek, pankreas ve karaciğer nakilleriyle adını dünyaya duyuran ve Türkiye'de marka haline gelen Demirbaş, özverili bir hekim. Öylesine ki tam üç defa, kanamalı hastalara uygun kan bulunamadığı için, kendi kanını bu hastalara vererek ameliyatlarını yaparak hayatlarını kurtardı. ABD'de 200, Akdeniz Üniversitesi'nde 1200 ve 2008'den bu yana görev yaptığı özel hastanede 3910 organ nakli ameliyatı yaparak kırılması güç bir rekora imza attı. Türkiye'de çeşitli dernek ve kuruluşlar tarafından 13 kere 'yılın tıp adamı' seçildi.
Bir cerrah olarak hastaları ile arasında duygusal bağ oluştuğunu belirtin Prof. Dr. Alper Demirbaş, her ameliyatta bir hayata dokunduğunu vurguluyor. Ameliyata her şeyden arınıp girdiğini anlatan Demirbaş, “Tamamen içim temiz olarak girerim ameliyata. Her şeyi yapmaya hazır olarak girerim. Çünkü bir hayata dokunuyorum" diyor.
AMELİYAT SIRASINDA GERGİN
Başka her şeyden arınıp girdiği ameliyatlarda biraz sinirli bir adam olduğunu da ekleyen Demirbaş, “Gerginlik olur çünkü gerginlik, stres, hayatın motor gücüdür. Bu işin rutini olmaz. Mesela geçenlerde bir kız çocuğuna ameliyat yaptık. Vericinin böbreğinde 4 atardamar çıktı. Normalde böbrekte tek atardamar olur. Damarların her biri 2'şer milim. O kız çocuğunun damarlarını o 2'şer milimlik damarlara bağlamak zorundasınız. Bunlardan biri tıkanırsa o böbrek çalışmaz" diye açıklıyor gerginliğin nedenini.
Ameliyat yaparken disiplin, sessizlik ve tamamen konsantrasyon gerektiğine dikkat çeken Alper Demirbaş, “Dış dünyadan kopmak, transa geçmek gibi. İşin üzerine binlerce ameliyat bindiği zaman, bu iş artık hayat haline geldiği zaman, tecrübelendikçe bu artıyor" diye de ekliyor.
'DÖRT DUVARI SİZ GÖRÜRSÜNÜZ'
Hastaları ile duygusal bağ kurmak gerektiğini söyleyen Demirbaş, “Empati yapmak gerekir. Hem hasta var, hem bağışlayan ikinci bir hasta var. Hayatın ne olduğunu bilerek giriyorsunuz ameliyata" diyor.
Demirbaş duygusal bir yapısı olup olmadığıyla ilgili soruya ise “Çok katı bir insan bu işi yapamaz ama ameliyathanede o duygusallıktan sıyrılıp işimizi yaparız. Dört duvar değildir ameliyathane. Dört duvarı siz görürsünüz, ben ameliyathanede hayatı görüyorum. Duygusallıkla yapamazsınız bunu" yanıtını veriyor.
'ONDAN DAHA KUTSAL BİŞEY YOK'
Bir cerrahın sınırlarını ve ne yaptığını bilmesi gerektiğini söyleyen Alper Demirbaş, “Ben ne yapabilirim? Nereden sonra zarar vermeye başlarım? Hangi riskleri hasta adına alabilirim? Bunu öğrenmek uzun yıllar isteyen bir şey" şeklinde konuşuyor. Cerrahinin bir yaşam şekli olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Demirbaş, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Hasta size emanet ediliyor. Ondan daha kutsal bir şey yok. Bir cerrahın uğraştığı şey, bir başkasının hayatı. Bakın benim ailemde de travmalar var. Dedem bir kanser ameliyatından sonra öldü. O travma devam eder ailede. Cerrahın yaptığı işin mekanik bir iş olmadığını anlaması lazım. Felsefeyle, şiirle, edebiyatla ilgilenmeyen, çok sufli hobilerle vakit geçirebilen birisinin oturmuş kişilikli bir cerrah olması çok zor. Bir cerrahın kendini rahatlatma yolu, yaptığı işle sürekli iç içe olduğunu anladığı zamandır."
Ameliyat öncesi ritüelleri olup olmadığı sorusuna Demirbaş, “Mesela bugün saat 6'da kalktım. Organ gelmişti, gece boyunca arkadaşlarla konuştuk. Kahvaltı pek etmem. Gazetelere baktım biraz. Ve 7'de hastaneye geldim. Ameliyat gününe hiç bir şeyin yansımaması lazım."
ÇOCUKLAR KIRILMA NOKTASI
Binlerce ameliyat yapan ve binlerce hayata dokunan Demirbaş'ın kırılma noktası ise çocuklar. Çocuk ameliyatları onu çok etkiliyor. Nedenini ise, “Çocuklar daha yaşamla tanışmamışlar. Çok saflar. Biraz da haksızlık gibi geliyor bir çocuğun hastalanması" diye açıklıyor. Erişkin birine sorunu anlatabildiğini ama bir çocuğa anlatamadığının üzüntüsünü taşıyan Alper Demirbaş, “O çocuk da kendini anlatamıyor. Gerçekten o zaman duygusallaşıyorum. Bir çocuk kaybettiğimizde kendimi çok kötü hissediyorum" diye konuşuyor.
SUDAN ÇIKMIŞ BALIK MİSALİ
Bir cerrahın ameliyat yapma yaşının sınırlı olduğunu ve bu işi bırakmak zorunda olacağını bilmenin kendisinde nasıl bir duygu yarattığı sorusuna Alper Demirbaş, şöyle yanıt veriyor:
“Burukluk hissediyorum. Sonuna kadar bunu yapamayacağım. Başka ne yapılır onu da bilmiyorum. Bir zaman gelecek ki sudan çıkmış balık hali olacak. Ama onu çok fazla düşünmemeye çalışıyorum. 53 yaşındayım yaparım biraz daha. Yaştan ziyade yoğunluk çok önemli. Haftada bir iki gün olarak 75-80 yaşına kadar ameliyat yapabilirsiniz."
BEN BİR ŞEY YAPMAK İSTEDİM
Sohbete Çetin Altan'ın bir cümlesi ile devam eden Alper Demirbaş, “Biz 78 kuşağıyız. O zamandan bu yana okuyan kuşağız. Çetin Altan der ki, 'Bir şey olmak ya da bir şey yapmak.' Ben hayatımda hiç bir şey olmak istemedim. Ben hep bir şey yapmak istedim. İnsanlar adının başına bir şey istiyorlar. Ben hiç böyle bir şey istemedim" diyor.
HAYATTA ÇOK ŞEY KAÇIRDIM
Yıllar içinde bu yoğun ve stresli tempoda hayata dair kaçırdıklarını anlatırken, “Çok şey kaçırdım" diyor Alper Demirbaş. Ve bunu örneklerle anlatıyor:
“Oğlum doğarken mesela. Hacettepe'de asistandım, nöbetçiydim. Oğlum yan odada sezeryanla doğdu, ben yandaki ameliyathanede acil bir hastayı ameliyat ediyordum. Mesela oğlumun büyümesine pek fazla müdahil olamadım. Kızım ABD'de okuyor, geçen yıl başladı. Kızımı yolcu edemedim çünkü ameliyatım vardı. Ama geriye dönüp bakınca mutluyum. Bir sürü hasta var. Eğer ameliyat etmeseydik onlar belki ölmüştü. Koşmaya başlıyorsunuz ve artık durma imkanınız olmuyor. Artık o koşu ve o yol, sizin için her şeyin önünde oluyor."
DENİZİ SEYRETMEK ETKİLİYOR
Hayatının büyük bölümü ameliyathanede geçen Prof. Dr. Alper Demirbaş, “Keşke zamanım olsaydı da şunu da yapabilseydim diye düşündüğünüz neler var" sorusuna ise şu yanıtı veriyor:
“Pek bir şey yok. Antalya'yı çok seviyorum. Hava iyi olursa Atatürk Parkı'ndan denizi seyretmek beni çok etkiliyor ama onun dışında sinema, futbol gibi bunlara çok fazla istek duymuyorum. Vakit bulunabilir mi belki ama her gün ameliyat yapmakla da bitmiyor iş. Bazen 'Acaba o damar yan mı döndü?' gibi düşünüyorsunuz. Onlarla yaşıyorsunuz."
ODİN BÜYÜK KEYİF BENİM İÇİN
Bir cerrah olmanın getirdiği yaşam şeklini ailesinin kabullendiğini anlatan Demirbaş, bunun dışında bir yaşam seçeneği olduğu zaman kendini rahatsız hissettiğini söylüyor. “Eşim kabullendi artık. Çocuklar zaten yoklar. Bir köpeğim var. İsmi Odin. O büyük keyif benim için. Odin hayatımın aşkı şu anda" diyor gülerek. Kendine ayırabildiği tek zaman diliminin Cuma gecesi olduğunu anlatan Demirbaş, “O gün kaçta çıkarsam çıkayım ondan sonrası bana aittir. Onun dışında hastaneden eve dönünce asla dışarı çıkmam. Bu hayat tarzı belki biraz otistik bir hayat tarzı. Çok sıkıcı bir adam haline geliyorsunuz" diyor.
YAŞAMDAKİ BÜYÜK ÇELİŞKİ
“Ölümle yaşam arasındaki bir çizgide iş yapıyorsunuz. Hayatı nasıl algılıyorsunuz?" sorusuna, “Ben Nazım Hikmet'e katılıyorum bu noktada" şeklinde yanıt veren Demirbaş sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Aslolan hayattır. İnsanların sokaklarda birbirini vurduğu bir ülkede yaşamak beni çok üzüyor. Kıyılara vuran çocuk cesedi, bu çağın utancıdır. Belki de buna inat biz burada uğraşıyoruz. Biz insanların hayatlarına bir şey katmaya çalışıyoruz ama bir yandan insanlar milyonları aynı anda öldürecek silahlar yapmaya çalışıyorlar. Bu büyük çelişki."
İKİ TÜRLÜ YAŞAM VAR
Bir insanın doğal nedenler dışında ölmesinin o toplumda, o dünyada adalet, vicdan olmadığı anlamına geldiğini ifade eden Demirbaş, “Benim hayat boyunca hep peşinde koştuğum şey vicdan oldu. Bu kadar otistik yaşantı, vicdanım hastalardan başka bir şey yapmama elvermediği için oldu belki. Ama öbür tarafta vicdansızlığın hüküm sürdüğü bir dünyada yaşıyoruz. Haberleri seyredemez hale geldim. İnsanın bu yüzünü görmek beni çok üzüyor. İki türlü yaşam var. Biri öldürmek için. Biri yaşatmak için. Ben yaşatma tarafındayım ve öbür tarafa da çalışarak, düşünerek ve yaşayarak isyan ediyorum."
Hayatındaki temel kelimenin 'vicdan' olduğunu vurgulayan Alper Demirbaş, “Vicdan, kötülük düşünmemektir, zarar vermemektir. Tıbbın da ilk ilkesi budur. 'Önce zarar verme'. Vicdan da zarar vermemek üzerine kurulu bir kelimedir" diyor.
İNSANIN VAROLMA YOLLARI
Seçtiği mesleğin yaşam tarzını belirlediğini yenileyen Prof. Dr. Demirbaş, farklı alanlarda işler yapan kişileri örnek veriyor. “Atilla İlhan'la tanışırdım. O roman yazarken, günde bir sayfa yazmazsa çok rahatsız olurdu. Orhan Pamuk'un bir cümleyi yazarken saatlerce uğraştığını biliyorum. Fazıl Say'ın da farklı bir yaşamı yok. Derdi o piyanosunun başı. Bunlar belki de insanın varolma yolları" diye aktarıyor düşüncesini.
İYİ VE KIRILGAN BİR ADAM
Prof. Dr. Alper Demirbaş, “Kendinizi nasıl tanımlarsınız?" sorusuna ise tüm içtenliği ile şu yanıtı veriyor:
“Biraz saf bir adamım. Söylenenlere inanırım. Kötü düşünmem kimse hakkında. Ama melek de değilim. Kızdığım insana çok da fena kızabilirim ama zarar vermek istemem hiçbir koşul altında. İyi bir adam olduğumu düşünüyorum. Kırılgan da bir adamım."
HAYATTAKİ İKİ İDOLÜ
Hayatında ailesi dışında en değerlilerin Mustafa Kemal Atatürk ve Nazım Hikmet olduğunu anlatıyor Alper Demirbaş. “Takıntım var. Nazım Hikmet. Tutkulu ve tutkusu için hakikaten her şeyi yapan insanlara hayranım. Nazım'ın öyle olduğunu ve bunu çok güzel ifade ettiğini görüyorum. Nazım sözün simyacısı. Her yıl ölüm yıldönümüne giderim mezarının başına. Mustafa Kemal çok önemli benim hayatımda. Kuvayi Milliye Destanı çok önemlidir benim için. Çünkü orada iki adam üst üste geliyor. Nazım Hikmet ve Mustafa Kemal. Kuvayi Milliye, bizim tarihimizin en önemli, en inanmış, en ciddi grubudur. Nazım'ın onu anlatması, hele ki Kocatepe'deki Mustafa Kemal'i anlatması, 'Sarışın bir kurda benziyordu' diye başlayan dizelerde çok duygulanıyorum. Üst üste koyduğum iki idol, biri birini anlatıyor."
AMELİYAT SONRASI NOTLAR
Alper Demirbaş, bugüne kadar çok az insanın bildiği bir de sırrını paylaşıyor. Her ameliyattan sonra defterine notlar aldığını anlatırken, “Bu notlar ameliyat tekniği ile ilgili değil. Orada ne yaşadık, ne hissettik bunlarla ilgili. Küçük notlar. Belki anahtar kelime. Bu bazen bir küfürdür bazen tek cümledir. O notları bir araya getirmek istiyorum. Onları yazmak istiyorum" diyor.
HEDEFİ TARİH DOKTORASI
Bir de dileğini paylaşıyor Alper Demirbaş. Tarihi çok sevdiğini ve çok okuduğunu anlatırken, “Osmanlı'nın son dönemi ve yakın Cumhuriyet dönemi ile çok ilgileniyorum. O dönemde çok ciddi şeyler var. O dönem Türkiye'nin sosyolojik laboratuvar gibi. Bu konuda doktora yapmak isterim vakit olursa" şeklinde konuşuyor.
“Neleri törpülediniz bu kadar yaşama dokunurken" sorusuna Alper Demirbaş, “Hırslarımı. Eskiden vardı. Artık hiçbir şeyin 'en'i olmak gibi bir derdim yok. Kendi içimde yaşadıklarım önemli. Bunun da dışarıda kazanılmış bir başarı ile alakası yok" diye yanıt veriyor.
FİZİKÇİ OLMA HAYALİ
Ziraat mühendisi bürokrat bir baba ve ev hanımı bir annenin çocuğu olarak Ankara'da büyüyen Alper Demirbaş'ın kardeşi de bir tıp doktoru. “Ankara'da sokaklarda top oynayan bir çocuktum" diyen Demirbaş, çalışkan bir öğrenci olduğunu ve fizikçi olmayı da istediğini anlatıyor. Demirbaş, “Teorik fizik ilgimi çekiyordu. Çok okurum hala. Fakat tıp da ilgimi çekiyordu. Dayım cerrahtı. Onun anlattıklarını da dinlerdim hep. Ve tıp fakültesine girdim. İkinci sınıfta cerrah, 4'üncü sınıfın sonunda da transplant cerrah olmak istedim. Prof. Dr. Mehmet Haberal ile bir ameliyata girmiştim. O atmosferi görünce ben bu işi yapmak istiyorum dedim. Sonra yurt dışına gittim. Ardından Antalya'ya döndüm" dedi.
HAYATINDA EŞİNİN YERİ
Kızı Alara'nın ABD'de ekonomi okuduğunu ve tek özleminin kızı olduğunu söyleyen Demirbaş, oğlu Yağız'ın ise işletmeyi bitirdiğini ve halen staj yaptığını anlatıyor. Meslektaşı olan eşi Nilüfer Demirbaş'tan söz ederken eşine müteşekkir olduğunu belirtiyor. “Eşim olmasaydı herhalde çok zorlanırdım" diyen Demirbaş, “Her zaman bana uyum gösterdi. Kendi ve çocukların yaşam biçimini bana göre ayarladı. Eşim de benim ciddi bir iş yaptığıma inandı. Ve yardımcı olması gerektiğini düşündü" diyor. Evde adeta etkisiz eleman olduğunu gülerek anlatan Demirbaş, “Evin neresi tamir edilecek bilmem. Hiçbir fikrim yoktur evle ilgili. Eşim benim hayatımı kolaylaştırdı hep. Büyük fedakarlıklarda bulundu. Böyle bir adamla yaşamak kolay değil aslına bakarsanız" diye anlattı.
İLKLERİN BİLİM ADAMI
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni bitirdikten sonra aynı fakültede genel cerrahi uzmanı olan Demirbaş, ABD'de Miami Üniversitesi'nde organ nakli ihtisası yaptı. Bunu izleyen yıllarda İngiltere'de Cambridge Üniversitesi'nde ve Japonya'da Kyoto Üniversitesi'nde organ nakli üzerine çalışmalarını sürdürdü. 40 yaşında profesör olan Alper Demirbaş, 2004- 2008 arasında Akdeniz Üniversitesi Organ Nakli Merkezi Müdürlüğü yaptı. Üniversitedeki ilk karaciğer naklini gerçekleştirdi. Türkiye'de ilk defa böbrek - pankreas nakli programını başlattı. Demirbaş, doku uyumsuz böbrek nakli ve kan grubu uyumsuz böbrek nakilleri programını da ilk defa başlatan bilim insanı olarak adını tıp tarihine yazdırdı. Demirbaş, üniversiteden ayrılarak 2008 yılında özel sektöre geçti.
Röportaj: Selma KUNAR/ANTALYA, (DHA)
Fotoğraf: İbrahim LALELİ/ANTALYA, (DHA)