İşte o yazı:
Bir süre önce Meclis'te insanları umutlandıran duygusal bir an yaşandı. O an, bütün gözler 16 ay sonra milletvekili yemini eden Deniz Baykal'daydı.
İçi içine sığmayan bir siyasetçi olan Baykal'ın tekerlekli sandalyeyle o mekana gelip yemin etmesi herkesi sevindirmiş ama hiç konuşmadan hızla çekip gitmesi de şaşırtmıştı.
Meğer o duyguyu Baykal da yaşamış. Uzun yıllardır yakından izlediğim Baykal'ı, önceki gün Yılmaz Ateş'le birlikte hastanede ziyaret ettim. Yanında kızı Aslı da vardı. Geçmiş olsun dileklerimi ilettim ve bekledim. Güler yüzle sözü hemen Meclis'e getirdi:
"Şöyle uzaktan Meclis'e bakınca göğsüm kabardı. Estetik ve mimari açıdan muhteşem bir bina. Türkiye'nin bu topraklarda var olma iradesinin simgesi. Meclis'i böyle görmeyi özlemişim çok memnun oldum.
Ama içeri girince anladım ki asıl güzel olan şey o ihtişamlı yapı değil,içindeki insanların varlığı.
Geçmişten bugüne zaman zaman tartıştığımız, birbirimiz hakkında ileri gerisözler söylediğimiz, hatta itişip kakıştığımız arkadaşları görünce 'İşte Meclisbu' dedim. İşte bu Meclis'i güzel kılan onların varlığıdır. Yıllarca farklı siyasigörüşlerde birbirleriyle tartışmış, itişmiş, kakışmış insanlar olmasaydı, bu bir taş yapıdan ibaret kalırdı.
Bu tabloyu görünce nasıl memnun oldum anlatamam. Karşılıklı suçlamalarda bulunduğumuz milletvekili arkadaşlarımı görünce asıl güzelliğin bu olduğunu anladım. 'İyi ki varsınız arkadaşlar, Allah hepinizden razı olsun' demek isterdim."
Bir de; belki 'Söylemek istediğin bir şeyler var mı?' derler diye o anda kafamda kurguladım ama çağırmadılar. Çağırsalardı biraz daha konuşmak isterdim..."
Hasta ziyareti olduğu için biz de "biraz" dünya halini konuştuk. Gidişattan hiç memnun değildi:
"Dünyanın tadı tuzu kalmadı. Çok büyük bir kargaşa içerisindeyiz. ŞimdiTürkiye, Ortadoğu, dünya, yazılı tarihin en gergin tartışmalarının çekişmelerinin içinden geçiyor. Ve buradan geçerken bir yol haritasına ihtiyacımız var. Bu yol haritası birbirimize nasıl bakmamız gerektiğiyle ilgili temel anlayışı yansıtmalıdır. Farklı dinlere, ırklara, kimliklere sahip insanlar olarak bir aradayız. Bunun kıymetini bilmeliyiz. Bu ayrımları siyasallaştırmayacağız. Bu ayrımlara dayalı siyaset yapmayacağız. İşin özü bu..."
Araya girip soruyorum: "Biz bu coğrafyada bunu başarabildik mi?"
Baykal: "Tam bitmedi, daha başaramadık" dedi ve ekledi:
"Ama prototip bu topraklarda. İnsan temelli bir kaynaşma ve dayanışmayı belirli bir noktaya taşımalıyız. Yaşanan durum umut verici değil ama çıkış yolu var. Burada Türkiye çok büyük bir rol oynamalıdır. Çünkü biz ortaya koymuşuz, kendimiz uygulamışız. Önce biz bozulmayalım."
Konuşmanın bu noktasında Baykal, sözü ABD'nin göçmen meselesindeki tavrına getiriyor ve Türkiye'deki göçmen meselesini alevlendirmek isteyenlere ders niteliğinde bir cevap veriyor:
"Amerika göçü yasaklamaya çalışıyor. İnsanoğlunun hayatta kalma mücadelesinin en güç, en sıkıntılı aşaması göçtür. Göç, insanlığın ayakta varolabilmesi için sürüklendiği son çaredir. Başka çıkış yolu yok, bıçak kemiğedayanıyor orada. İnsanlar varlığını sürdürebilmek, Allah'ın verdiği canı yaşatmak için göç etmek zorunda kalıyor. İnsanlık sürgüne gönderiliyor. Her göç bir sürgündür.
Dünyada insanoğlunun yapabileceği en büyük kötülükleri yapmaya başladığı bir çağdayız. İnsanoğlu bir çıkış yolu arıyor. O yollarda kapatılıyor. Şimdi bunu aşmamız gerekiyor ve aşılacağına inanıyorum."
Malum hasta ziyareti kısa, CHP'yi fazla konuşmuyoruz ama şu sözü manidar: "Orada da işler iyi gitmiyor."