Yazı şöyle:
“Yine Silivri’deyim. Önümde cezaevinin kapısı. Benliğini dondurmuş iki asker kapıda nöbette. İyi günler diyorum. Bir ablasını ya da annesini görmüşçesine gözleri bulutlanıyor. Silivri kapısı içerdekiler ve dışardakiler arasındaki sınır kapısı.
Ve işte Balbay karşımda. İki elini bana doğru açıyor. Ben de aynı refleksle ona doğru ilerliyorum.
Elliye seksen santimetre çift cam aramızda. Sadece avuçlarımızı paralel tutmakla yetiniyoruz. Kim bilir içimizdeki enerji camı deler geçer belki. İlk günlerimizdeki yüreğime heyecan salmış o eski gençliği ve neşeyi tekrar görüyorum. Sanki mutluyum...
Tuncay’a serum verdiler
Hücre arkadaşı Tuncay Özkan’dan bahsediyor. Tuncay Özkan’ın safrakesesi yok.
Vücudunda çinko eksikliği o kadar ki ne kadar ilaç alsa nafile. Son günlerde durumu ağırlaşınca çareyi damardan serumla ilaç verilerek bünyeyi toparlamakta bulmuşlar.
Balbay’ı onun için kaygılı buluyorum. Sohbet Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’na geliyor. Hastaneden neden getirildiğine Balbay da akıl erdiremiyor. Yürüyemeyen Hilmioğlu’nun iki kolundan taşınırkenki görüntüsü bir türlü gitmiyor belleğinden. Görüş sıramı bir başka aile ferdine devretme zamanı.
Bezginlik nedir bilmeyen umutlarım var benim. Dönüş belki var, belki de yok. Ama mücadele bitmedi ki henüz. Hayır. Karamsar olma lüksüm yok.
Hiçbir aşk unutmak için değildir
Dünyalara değişmeyeceğim bir sevdam var benim. Belki biraz hazin ama bir o kadar da muhteşem. Unutmak için yaşanmamıştır hiçbir aşk. Tıpkı kaybetmek için başlanan mücadele olmayacağı gibi. Sıra yine bana geldi. İşte yine göz gözeyiz. Evden birkaç vaziyet, çocukların okulu derken süre doldu. Zaman akıp gitti su gibi...
Gardiyanların arsız gülüşleri
İki gardiyan geldi. Mutluluk demir kapıdan çıkıp gidiverdi yine. İşte bu kadar...
Son kez gölgesini görebilirim belki diye koridor kapısının açıldığı avluya koşuyorum. Gardiyanlar yürekleri gibi plastik sandalyelerde oturmuş sohbet ediyor. Pencerede beni fark ettiler.
Aralarında fısıldaşmalar, arsız gülmeler. Balbay’a sesleniyorlar. ‘Sayın Vekilim, sizi Meclis’te göremedik. Ne iş?’ Ardından kahkahalar. Mustafa’yla bir an bakışlarımız kesişiyor. Yanındaki gardiyan hemen ikazda.
Siz anlatın ey duvarlar!
Koridorda sağa sola bakmak yasak! Daha bakamıyorum. Birden üşümeye başlıyorum. Her yanım titriyor. Ağlamak istiyorum. Neden ağlayamıyorum? Bu titremem ne zaman bitecek? İki yanımda cezaevinin duvarları. Ne oluyor bana? Siz bilirsiniz duvarlar, anlatın!”
25 Ocak 2013