Antalya Kaleiçi’nin yerlisi olan ve hiçbir yakını bulunmayan Yüksek Mimar Işık Yıldırımer, bir süre önce ağır biçimde rahatsızlanınca dostlarının yardımıyla hastanede tedaviye alındı. Yıldırımer, bir buçuk ay süren yoğun tedaviye rağmen kurtarılamadı. Sadece bir avuç insanın katıldığı cenaze törenine okul arkadaşı Deniz Baykal’ın çelengi de eşlik etti.
Libya’dan Komor Adaları’na kadar
Mimar Yıldırımer, 1935’te bugünkü Antalya’nın kalbi sayılan Kaleiçi’nde doğdu. Kendisinden birkaç yaş küçük olan Politikacı Deniz Baykal ve Gazeteci Sökmen Baykara ile birlikte Antalya Lisesi’nde okudu. Dönemin çok başarılı öğrencileri arasındaydı. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde mimarlık öğrenimi gördü ve Antalya’nın ilk kuşak mimarları arasında yer aldı. Ancak mesleğini Antalya’dan çok İstanbul ve yurt dışında yürüttü. Bu çerçevede Libya’daki ilk Türk müteahhitlik şantiyelerinde bulundu. Ardından Hint Okyanusu’ndaki Komor Adaları’nda Türk inşaat projelerinde rol aldı.
Kimsesiz yaşadı, sessizce öldü
Işık Yıldırımer genç yaşında bir kez evlenmiş, sonra da boşanmıştı. Çocuksuz bir evliliğin ardından ayrıldığı eşi Mualla Hanım’la yine de dostluğunu sürdürmüş, hatta kadının ölümcül hastalığı sırasında son nefesine kadar onunla ilgilenmişti. Hayatta bir tek ablası bulunan ve onun ölümünden sonra da iyice yalnız kalan Işık Yıldırımer’in çok uzak bir akrabası dışında kimsesi kalmamıştı ki o akraba da tekerlekli sandalyeye bağımlı yaşıyordu.
Ne miras ne mirasçı…
Hiçbir mülkü yoktu. Geçmişte aldığı ücretlerle ancak günü kurtarabilmişti. Son yıllarını ise Bağ-Kur’dan bağlanan küçük emekli aylığıyla geçiriyordu. Kaleiçi’ndeki pansiyonlarda barınıyordu. Yani aslında öz mahallesinde bir konuk gibiydi. Ömrünün son yılında ise kenti terk ederek Çıralı’ya taşındı ve hastaneye yatırılıncaya kadar da oradaki bir pansiyonu mesken edindi.
Dostlarıyla hayata tutundu
Bu sıcak öykünün gerçek kahramanı Yıldırımer, dost meclislerinde özellikle edebiyat ve tarih konularında son derece geniş bir entelektüel kapasite sergiliyordu. Şairler, yazarlar, gazeteciler ve hekimler onun sohbetlerinden zevkle besleniyordu. Zaten hastane ziyaretçileri de sadece onlardı ve Gazeteci Oğuz Erkır ile Uzman Doktor Önder Yiğitbaşı dostlarını hiç yalnız bırakmadılar.
Kazancakis’in ruh akrabası
Kaleiçi’nin öz evladı Işık Yıldırımer, çok az olan akrabalarının da dünyayı bir bir terk etmesiyle birlikte zaman zaman soyunun Kaş ve adalara kadar uzanan köklerini araştırıyordu. Bu dürtüleri, onu bir seferinde Girit’e kadar götürmüştü. Bu gezide, 20. Yüzyıl’ın en büyük yazarları arasında sayılan Giritli Nikos Kazancakis’te kendi iç sesini bulmuştu. Onun birçok kitabını defalarca okumuş ve bu kitapların birinden tek bir cümleyi kendi yaşamının son perdesine uyarlamıştı.
Ne umut ne hayal…
Yoksulluğu ve kimsesizliği hiç hak etmese de bu döngüden bir türlü çıkamayan Yıldırımer’in yüzünde hep kaderle hesaplaşmayı çağrıştıran bir ifade vardı. Her şeye rağmen, hayata karşı yenilmiş saymıyordu kendisini. Ve yaşamını “Ecel’e alacağı bir şey bırakmamak…” üzerine kurmuş gibiydi, “sadece biraz kemik!”
Kendisiyle aynı dönemlerde mimar olan Antalyalı Oktay Nayman, ona yaşamı sırasında esirgemediği desteği öldükten sonra da vermeyi düşünüyor; en kısa zamanda toprak mezarına mermer dikmeyi tasarlıyor. Kim bilir, belki mezar taşına Yıldırımer’in vasiyeti olan o bir tek cümleyi de yazdırır: “NE UMUT NE HAYAL, ARTIK ÖZGÜRÜM!”
Işık Yıldırımer, okul arkadaşı Sökmen Baykara ile yakın tarihte Kırkgözler gölü kenarında…
Lisenin 1951’deki mandolin takımı. Ayakta duranlardan soldan ikinci Sökmen Baykara, sağ baştaki Işık Yıldırımer.