Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, Remzi Kitabevi’nden önümüzdeki hafta piyasaya çıkacak olan “Terör Örgütlerinin Sonu” adlı kitabında, hem dünyadaki terör örgütlerinin çıkışı, hem de PKK’nın Türkiye’deki oluşumu ve hedefleriyle ilgili ilginç saptamalarda bulunuyor.
Hedef, Büyük Kürdistan’dı
Türkiye’deki Kürt sorununun dış güçlerce yaratılmasını tarihi boyutuyla irdeleyen Başbuğ, PKK’nın kuruluş amacını, “Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerini, Irak, İran ve Suriye’nin de belirli bölgelerini kapsayacak şekilde ‘Büyük Kürdistan Devleti’ kurmak” olarak tanımlıyor. Başbuğ, “Birleşik Büyük Kürdistan Devleti” hedefine ulaşılmasının dört aşamada hedeflendiğini belirterek, bunları şöyle sıralıyor:
“1. aşamada bulundukları ülkelerde Kürt kimliğinin kabul ettirilmesi, 2. aşamada özerk idare kurulması, 3. aşamada bulunan ülkelerde bağımsız Kürt devleti kurulması, 4. aşamada ise Bağımsız Büyük Kürdistan Devletinin kurulması.”
PKK’nın bu hedefe ulaşamayacağını anlayınca hedef değiştirdiği görüşünü savunan Başbuğ, şunu kaydediyor: “PKK ve lideri, silahlı mücadelede silahlı propagandadan ileri geçemeyeceklerini görünce, hedef olarak ‘Demokratik Cumhuriyeti’ öne çıkarmaya başladı. Öcalan bu değişikliği ise, ‘Demokratik çözüm tek yol. Ayrılma, bölünme ne mümkün ne de gerekli’ sözleriyle ifade ediyordu. Bu bir geri adımdır. Silahlı mücadele ile istenilen amaçlara ulaşmanın mümkün olmadığının başka bir şekilde ifade edilmesidir... Demokratik Cumhuriyet hedefine ulaşmak için de mücadelenin odağına etnik kimlik sorunu yerleştirildi.”
Türkiye sözcüğüne karşı çıkacaklar
Başbuğ “Ulus devlet” tartışmalarına da değindiği kitabında, “Türk ulusu” tanımına karşı çıkanların, bir süre sonra “Türkiye” sözüne de karşı çıkacaklarını iddia ediyor:
“...Atatürk ve arkadaşları kurdukları Türkiye Cumhuriyeti’ni üç temele dayandırmaya karar vermişlerdir. Bu üç temel şöyledir: Ulus devlet, üniter devlet ve laik devlet. Bugün, bu üç temel çeşitli çevreler tarafından değişik amaçlar nedeniyle tartışılmaktadır. Terörle mücadele kapsamında da en çok hedef alınan temel, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus devlet olmasıdır. ‘Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran, Türkiye halkına Türk milleti denir’ şeklinde tanımı yapılan, ırkçılığı ve dini etkileri reddeden, bu tanımdaki ‘Türk’ sözcüğünü bir sıfat olarak değil, herkese verilen ortak bir isim olarak kabul eden, Türk ulusu tanımına neden karşı çıkılmaktadır? Bugün ‘Türk’ sözcüğüne itiraz edenlerin, yarın ‘Türkiye’ sözcüğüne de aynı nedenlerle karşı çıkacakları niçin görülmemektedir? Ulus devletlerde, vatandaşların ortak değerlere ve ideallere sahip olması önemlidir.”
PKK marjinalize edilebilirdi
Başbuğ kitabında PKK terörü ile mücadelede Türkiye’nin elde ettiği başarıları sıralarken, bazı eksiklikleri de dile getiriyor. Başbuğ, 1 Mart tezkeresinin kabul edilmemesini bu eksikliklerden birisi olarak gördüğünü şöyle ifade ediyor:
“...Devletlerinde kendi inisiyatifleri ile hiçbir baskı olmadan, bazı durumlarda karar alabilmesi de önemlidir. TBMM’ye sunulan tezkerenin 1 Mart 2003’te TBMM’de kabul edilmesi için gerekli olan oyun sağlanamamasıyla, Türkiye PKK terör örgütünü marjinalize edebileceği bir diğer fırsatı, bir defa daha kaçırmıştır. Tezkere eğer kabul edilse idi, uzun süre Irak’ın kuzeyinde bulunacak olan Türk Silahlı Kuvvetleri ile PKK’nın marjinalize edilebilmesi mümkün olabilecekti.”
Başbuğ, Avrupa’nın PKK’ya verdiği desteği şöyle değerlendiriyor: “PKK, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok ülkeden moral ve malzeme desteği almıştır. Başlangıçta bağımsız Kürt devletinin kurulmasını hedefleyen örgüte, tam politik desteğin verildiğini söylemek ne kadar zor ise de, 1995’e kadar PKK terör örgütünün başarılı olacağını düşünen birçok Avrupalı devlet olduğunu söylemek, o kadar zor değildir. Zaten, Abdullah Öcalan’ın yakalanmasını sağlayan sürecin, örgütün tek başına silahlı mücadeleyle başarıya ulaşamayacağının, bazı devletler tarafından anlaşılmasıyla başladığı da ileri sürülebilir.”
Barzani’de değişiklik yok
Başbuğ, PKK’nın ihtiyaç duyduğu dış desteği sağlamada şanslı bir örgüt olduğunu vurgularken, Kuzey Irak Bölgesel Başkanı Mesud Barzani’nin bugün de örgüte bakışında bir değişiklik olmadığını şöyle ima ediyor:
“1982’de Barzani’nin müsaadesi ile PKK, Türkiye-Irak sınır bölgesini güvenli bölge olarak kullanmaya başladı. Bu durum, bugün de aynı konumunu koruyor. 1987’de ise PKK İran’dan, İran’ın Türkiye sınırındaki bazı bölgeleri kullanma iznini aldı. Türkiye’nin Irak’ın kuzeyindeki güvenlikli bölgelerin PKK tarafından kullanılmasına engel olması yürüttüğü terörle mücadelenin başarılı olması için zorunludur.”
Uğur ERGAN / Hürriyet