İlki Moskova'da açılan anti-kafe konseptinin Türkiye'deki ilk temsilcisi Kadıköy'deki Matruşka Kafe.
Günlük hayatın koşuşturması içinde fark etmeden otomatik şekilde yaptığımız şeyler var. Gittiğimiz kafede hiç düşünmeden bir çırpıda söyleyiverdiğimiz ‘Bir çay alabilir miyim?' cümlesi mesela. Bu sorunun cevabı dünyanın her yerinde aynı: Adisyona atılan bir çizik ve akabinde garsonun ortalama beş dakika içinde elinde çayla geri dönmesi. Ya bu soru-rica karışımı cümleyi dile getirdiğinizde farklı bir tepki ile karşılaşırsanız. ‘Tabii alabilirsiniz' deyip bir daha geri dönmeyen biri? Hiç dikkate almayan başka biri? Dünyadaki anti-kafe konseptinden haberiniz yoksa söz konusu tepkiler sinir bozucu olabilir.
Ne olduğunu öğrendiğinizde ise gayet sevimli bir hale bürünebilir. Nasıl derler; ‘tanısan seversin' türünden. Anti-kafe, içtiğiniz ya da atıştırdığınız şeye değil, sadece içeride geçirdiğiniz süreye para ödediğiniz mekânlar. Saat başı ödenen sabit bir ücret karşılığı içeride bulunan her şeyden sınırsızca tüketebiliyorsunuz. Her şeyden kasıt içecekler ve atıştırmalık yiyecekler. ‘Abur cubur dişimin kovuğunu doldurmaz' diyenler de düşünülmüş. Yanınızda getirdiğiniz her şeyi yiyebileceğiniz mekânda dışarıdan getirdiğiniz malzemelerle yemek pişirmek de mümkün. Çünkü içerideki her şey gibi kafedeki buzdolabı, ocak ve tencereleri de kullanmak serbest.
‘Kahve vermiyoruz deyince...'
Rusya'dan yayılan konseptin Türkiye'deki tek temsilcisi Kadıköy'deki Matruşka Anti Kafe. Cüneyt Kale'nin ‘anti-kafe' konseptini denemek için seçtiği yer son derece mantıklı. Çünkü burası, son dönemde sayıları hızla artan sanat merkezleri ve alternatif mekânlar ile dikkat çeken Yeldeğirmeni. Kafe, henüz çok yeni. O yüzden mesaisinin çoğunu gelenlere bu oldukça sıra dışı konsepti anlatmakla geçiyor. Cüneyt Kale, garsona ihtiyaç olmayan konsepti anlatırken şunları söylüyor: “Konsept öğrenildikçe müşteriler her şeyi kendi başına yapacaklar. Ve o noktadan sonra bize de ihtiyaç olmayacak.” Kale'nin ‘biz'den kastı kafeyi birlikte işlettiği Esra Alkan. Onun da diyecekleri var: “İnsanlar haliyle gelip ‘bir kahve alabilir miyim' filan diyorlar. Biz vermiyoruz deyince şaşırıyorlar. Kalkıp giden bile oldu. Ama konsepti anlatınca dikkat çekiyor. Duyulduğu anlaşıldığı noktada sadece bir kişinin durup burayı kontrol etmesi yeterli olacak.” Şimdiden kafenin geleni gideni var. Anti-kafe, Ivan adlı bir Rus gencinin geliştirdiği bir konsept. Ziferblat (zaman kafesi) adını verdiği mekân Moskova'da ilk açıldığında o kadar çok beğeniliyor ki hemen Londra'da da deneniyor.
Cüneyt Kale'nin aklına Türkiye'de anti-kafe açma fikrini sokan da Londra'da gördüğü anti-kafe oluyor. Londra'nın ardından Paris, Roma ve Manchester'da da açılan anti-kafelerin son durağı şimdilik İstanbul. Ağustosta New Yorklular da bu sıra dışı konsept ile tanışacak. Kale'nin Türkiye'ye getirdiği konsept, diğer ülkelerdekiyle birebir aynı. İnsanlara ‘evlerindeymiş' hissi veren mekânda tuvalete de ihtiyaç duyulan her şeyin bulunabildiği bir özellik katılmış. Tuvaletteyken bir şeyler okuyan insanlar bile düşünülmüş. Daha ne olsun! Matruşka'yı ileride belli vakitlerde canlımüzik ve birtakım etkinliklerin yapılabildiği bir yapıya kavuşturmak istediğini söyleyen Kale, bunu ders çalışan öğrencileri rahatsız etmeden yapacaklarını belirtmeyi ihmal etmiyor.
Ofis olarak da kullanılıyor
Müşterilerin çoğunu ‘serbest' çalışan kişiler oluşturuyor. Mimarlar, sanatçılar, bir de dersçalışmaya gelen üniversite öğrencileri. Zaten kafede sınırsız kullanabildiğiniz tek şey yiyecek içecek değil. Yazıcı, tarayıcı, projeksiyon makinesi gibi proje bazlı çalışan, sabit bir ofisi olmayan meslek sahipleri ile öğrencilerin ihtiyaçları da düşünülmüş. Dileyen atölye gibi kullanıyor, dileyen ofis gibi. Bu arada fiyatlar saatlik, günlük, haftalık ve aylık olarak düzenlenmiş. Saat başı ücreti 10 lira. İkinci saat 7 liraya düşüyor. Kafenin günlük ücreti ise 30 lira. Ay boyunca her gün gelip ofis gibi kullanmak isteyenlerin ödemesi gereken tutar da 500 lira.
Kaynak: Zeynep Kılıç - Zaman