Bugün ilginç bir karikatür yayınlıyorum. Dış politikanın, özellikle de Suriye’nin bu kadar yoğun bir şekilde gündemi işgal ettiği bir dönemde bu karikatürün ilginizi çekeceğini düşünüyorum.
Aşağıda gördüğünüz karikatür bundan yaklaşık 11 yıl önce 11 Eylül saldırılarının hemen akabinde ABD’nin dış politikasına yön veren Foreign Affairs dergisinde yayınlandı.
Bu karikatür yayınlandığında ABD daha ne Afganistan’a, ne de Irak’a savaş açmıştı.
Fakat bugün durum öyle değil. Çünkü aradan geçen zamanda ‘gerçeğin karikatürü’ halini aldı.
Karikatürdeki operasyonun bir kısmı geçen zaman zarfında gerçekleşti.
Karikatür bize Hizbullah’ın işi bittikten sonra sıranın İran’a geleceğini söylüyor. İran’ın da işi bittikten sonra sırada fesli bir ülke var. Peki kimi kastediyorlar bu fesle? Aklımıza Türkiye’nin gelmesi mi normal, yoksa bu durumu görmezden gelip
“bizimle alakası yok” demek mi? Hangisi?
Dünya sisteminin bölgeye dönük hesapları artık gizlenemiyor. Ortadoğu yeniden şekillendiriliyor. Haritalar yeniden çiziliyor. Kafalardaki niyetler bazen açıktan, bazen üstü örtülü olarak dile getiriliyor. Etrafımızda olup biten olaylardan Türkiye’nin hiç etkilenmeyeceğini düşünmek ve bu düşünceye göre politikalar üretmek sağlıklı, ahlaklı insanların yapacağı türden şeyler değil.
Hal böyleyken, yani bunca ‘tuhaf’ yorum ve bu tür karikatürler orta yerde duruyorken, Türkiye’de ilginç bir Suriye hassasiyeti oluştu. Tam da dünya sisteminin amacıyla örtüşen bir hassasiyet. Bu hassasiyete neyin kaynaklık ettiğini anlamakta gerçekten zorlanıyorum.
Ahmet Davutoğlu’nun öncülük ettiği bir kesim meseleyi salt ‘vicdan’ düzleminde ele aldıklarına bizim inanmamızı bekliyorlar.
Gerekçe Suriye’de ölen siviller. Ne kadar sivilin öldüğü, kimin öldürdüğü, öldüyse niçin öldüğünü kim tam olarak biliyor?
Gerçekten Suriye’de ne olduğunu kim nereden biliyor ben anlamıyorum...
Hergün onlarca gazete okuyor, onlarca yabancı site takip ediyorum. Suriye’den gelen “Yönetim bugün bilmem kaç sivil öldürdü” haberlerinin nerede ve nasıl yapıldığı, yani kaynağını öğrenemiyorum.
Kimin kimi öldürdüğü, gerçekte kaç kişinin öldüğü, ölümlere neden olanın muhalif çete mi yoksa diktatör Esad mı olduğu kim tarafından nasıl ayırt ediliyor anlamış değilim.
Yıllarını zalim Suriye ordusu içinde geçirmiş emekli subayların birden bire aklanıp etraflarına vicdan, özgürlük, adalet dersi vermelerini niçin yutmamız gerektiğini bilmiyorum. Daha önce çeşitli ülkelerde savaşmış ‘profesyonel İslamcı’ ların oluşturduğu silahlı milislerin niçin Suriye’ye taşındığını da bilmiyorum.
Nasıl oldu Afganistan’da, Bosna’da, Çeçenistan’da savaşanlarla ABD ve İsrail aynı amaç etrafında toplandılar bunu da anlamıyorum.
Pazartesi günü Hürriyet gazetesi ilginç bir haber yayınladı. Haberde “Hergün onlarca sivilin öldüğü söyleniyor ama bu sayılar nasıl hesaplanıyor?” sorusuna cevap aramışlar.
Haberleri bize servis eden kaynakların dediklerine bakılırsa kimin eli kimin cebinde belli değil.
Bakın gelen "onlarca sivil öldürüldü" haberlerinin kaynağı neresiymiş: Uluslararası haber ajanslarının görgü tanıklarına, muhalif grup sözcülerine ve aktivistlere dayandırırak yaptıkları haberlermiş.
Nasıl, haberlerin kaynağı sizin için yeterince ikna edici mi?
Bu kaynaklara güvenip bir tutum belirlemek bize yakışır mı?
Bu haberleri bize ulaştıranların cevap vermediği onlarca soru var.
Mesela her gün bu sayımı kim nasıl yapıyor? Ölümler nasıl teyit ediliyor? Teyit eden kişi kim? Sayı bildirenler kendi çıkarları için hareket ediyor olamazlar mı? Ölenlerin tamamı sivil mi? Siviller muhalif mi, yoksa rejim yanlısı mı? Bir siville sivil giyimli milis arasındaki farkı nasıl ayırt ediyoruz?
Buna benzer daha onlarca soru var orta yerde.
Hadi diyelim bizim imkanlarımız bunların gerçek kaynağını öğrenmeye yetmiyor. Bu ölümlerden dolayı “sabahlara kadar uyuyamayan” Ahmet Davutoğlu bize de geniş bir izahat yapamaz mı? Biz de gönül ferahlığı ile bu meselede taraf olsak.
Veyahut “Türkiye’nin Suriye politikasını ABD’nin dayatması veya ricası gibi görerek eleştiren muhalefet fena halde yanılıyor” diyen başbakan danışmanı Yalçın Akdoğan bize asıl gerekçeyi anlatabilir mi?
Türkiye’nin Suriye hassasiyetini “Türk kökenlilerin sistematik katliama maruz bırakılması” olarak gösteren Yalçın Akdoğan bize bir istatistiki bilgi verebilir mi? Bugüne kadar Suriye’de kaç Türk öldürüldü?
Bunca soru, bunca çelişki, bunca izah edilemeyen durum, bunca şaibe ortadayken niçin hep beraber ABD-İsrail’in yanında saf tutalım ki? Açıklasınlar biz de öğrenelim.
Bazı arkadaşların iktidar hesapları var ve bu hesaplarını dünya sistemi ile barışık kalarak, partneri olarak yürüteceklerini biliyorlar. Bu yüzden de ABD ile aynı hassasiyeti paylaşmaktan imtina etmiyorlar. Peki biz niçin aynı koroya katılalım? Takındıkları bu şaibeli tutumu sorgulamayacak mıyız?
Ahmet Davutoğlu’nun ‘dindar’ kişiliği her ‘meselede doğru yapıyor’ dememiz için yeterli midir?
Dünya medyasında, İsrail gazetelerinde bu meseleye dair ne yazılıp çizildiğini biz okuyoruz. Suriye meselesini ‘vicdan’ yapanlar okumuyor mu? Oralarda bu meselenin nasıl ele alındığını görmüyorlar mı? Orada yazılanlar, bahsedilen hedefler bizi rahatsız ediyorken, bazı çevreleri niçin rahatsız etmiyor?
Niçin bu meselelerde sadece iktidara yakın olanların vicdanı kabarıyor?
Peki her şeyin 'iktidar'la irtibatlı olduğu bu kadar açık olarak göründüğü bir durumda başka bir yol bulunamaz mıydı?
Dertleri bir şey yapmak değil, bir şey olmak olanların tercih ettiği bir yoldur bu.
Levent GÜLTEKİN/Gazeteciler