12 Haziran 2011 genel seçimleri, Türkiye seçmeninin öncelikli tercihinin “sağ” olduğunu bir kez daha gösterdi. Dün gece ortaya çıkan tablo, aslında Türk seçmeninin “gerçek” fotoğrafı... Sağ partiler, yüzde 70, sol partiler yüzde 30 oy aldı. Özellikle Anadolu’nun iç kısımlarında yaşayan ve sağ – muhafazakar partilere oy veren yurttaşların, AKP’de birleştiği ortaya çıktı. AKP bu bağlamda, uzun bir süre daha “hakim parti” konumunda kalmayı sürdürecek. Zira; sağ seçmenin oylarını dengeli bir şekilde dağıtacak “merkez sağ” bir partinin, Recep Tayyip Erdoğan faktörüne rağmen kurulması da zor görünüyor. Türkiye’nin “cazibe merkezi” olmayı başaracak yeni bir “merkez sağ” parti olmadan normalleşemeyeceği anlaşılıyor.
ERDOĞAN ÇANKAYA'YA ÇIKARSA...
Bu bağlamda, Türkiye’nin normalleşebilmesinin yollarından biri de Recep Tayyip Erdoğan’ın Çankaya Köşkü’ne çıkması olabilir. Zira; 2007 yılında Çankaya Köşkü’ne çıkmayan Erdoğan, bir dönem daha AKP’nin başında kalmak istemişti. O dönem Erdoğan’ı Çankaya’ya çıkarmama gayretine girişenler, aslında Türkiye’ye en büyük kötülüğü yapmıştı. Erdoğan’ın seçmen üzerindeki etkisini algılayamayan bu çevreler, AKP’nin daha da güçlenmesine yol açmıştı. Erdoğan’ın ‘’tipik’’ bir sağ parti lideri olduğu, gerektiğinde “milliyetçi”, “siyasal İslamcı”, “demokrat” , “liberal” ve “özgürlükçü” kimliklere kolayca bürünebildiği 2011 seçimlerinde de görüldü. Seçimlerde hiçbir kural tanımayan Erdoğan, bu yüzden kitleleri rahatlıkla yönlendirebiliyor.
HEM TÜRKÇÜ, HEM İSLAMCI...
Son dört – beş aydır danışmanlarına rağmen “Türk – İslamcı” kimliğine dönen Erdoğan, seçmeni kolayca etkileyebilecek iki argümanı rahatlıkla istismar etti. “Pragmatist” kişiliğinin de etkisiyle, Anadolu’da yaşayan ve “dinci” – “milliyetçi” söylemden rahatlıkla etkilenen seçmeni kendisine çekmeyi başardı. Seçim meydanlarına neredeyse “Kur’an ve Türk Bayrağı”yla çıkacak olan Erdoğan, yoksullaşmış ve geleceğe dair umutları azalmış milyonlarca insanı her zaman “cazibe merkezi” olacak bu iki olgu etrafında, yani “dincilik ve milliyetçilik”te birleştirdi. Yoksullaşan kitleler, maddi açıdan geriledikçe, “feodal dönem”in değer yargılarıyla hareket etti. Mitinglerde “vaaz verir” gibi konuşan Erdoğan, seçmenin “manevi” yanına seslendi.
İLAHİ GİBİ PARTİ REKLAMI
Bunun son ve tipik örneği, AKP’nin son reklam filminde de açıkça görüldü. “İlahi” formunda seslendirilen “Aynı sudan içmişiz biz” adlı şarkıdaki kodlar, İslam kültürüyle şekillenmiş geniş kesimler üzerinde etkili oldu. Şarkının “ilahi” formundaki melodisi, muhafazakar-laşan seçmene sempatik ve tanıdık geldi. Kılıçdaroğlu’nun “Alevi” olduğunu sık sık hatırlatan Erdoğan, Aleviliğe yönelik haksız ve saçma önyargıları rakibine karşı pervasızca kullandı. Bir ara bu topa Devlet Bahçeli de girdi. Bahçeli, Kılıçdaroğlu’na “destek veriyor” görüntüsü içinde yaptığı konuşmada, CHP liderinin “Alevi” olduğunun altını çizerek, Anadolu’daki muhafazakar seçmeni CHP’den uzaklaştırmaya çalıştı.
SEÇMEN GÜÇ MERKEZİNDE TOPLANIYOR
Öte yandan, son dokuz yılda muhafazakarlaştırılan seçmen, sağ partilerin siyaset arenasından silinmesinin de etkisiyle oylarını “güç gösterisi” yapmayı ihmal etmeyen AKP’ye verdi. Generalleri tutuklayan, yargıyı biçimlendiren, medyayı kontrol altına alan, sözde dünya lideri pozlarına giren ve anketlerle toplumu yönlendirmeyi başaran AKP, yarattığı “yeni orta sınıf”ın da dinamo etkisiyle seçim başarısını tescilledi.
YÜZDE ON ADALETSİZLİĞİ
Tabii bu başarıda önemli bir payın, yüzde 10’luk adaletsiz seçim barajından kaynaklandığını da unutmamak gerek... Zira; yüzde 10’luk baraj, AKP’ye hiç de hak etmediği oranda milletvekili kazandırıyor. “Yeni Anayasa” görüşmelerinde CHP’nin ortaya koyacağı ilk şartlardan biri, seçim barajının önemli oranda düşürülmesi olmalıdır. CHP, “dar bölge – tercih sistemi” üzerinde de yoğunlaşabilir. ‘’Temsilde adalet’’in olmadığı bir seçim sistemi, Türkiye’yi daha sıkıntılı bir sürece götürecektir.
ERDOĞAN'IN KİŞİSEL OYU: YÜZDE OTUZ BEŞ
Kuşkusuz; AKP’ye yönelik analizler bununla sınırlı değil. Seçim sonuçlarını masaya yatırırken, AKP’yi sadece “din ve milliyetçilik olgularını kullanarak kazandı” diye değerlendirmek eksik bir tespit olur. AKP’nin seçimdeki en büyük kozu, yukarıda da ifade ettiğimiz üzere Recep Tayyip Erdoğan’dır. Erdoğan’ın ‘’kişisel oyu” yüzde 35 civarındadır. Erdoğan’a bu desteğin verilmesinin en önemli sebeplerinden biri kuşkusuz “lider” ve “icracı” görüntüsü sergilemesidir. Erdoğan’ın partisinin belediye başkanları “başarısız” olmalarına rağmen, görüntü tüm tersidir. Başarısızlıklarına rağmen, toplumla bağ kurmada önemli bir misyon üstlenen AKP’li belediyeler, Erdoğan’ın taşıyıcı güçlerinden biridir.
BELEDİYE BAŞKANLARI TABLOYU GÖRÜYOR MU?
CHP’li belediyelerin bir çoğunun ise, Kılıçdaroğlu’na adeta “ayak bağı” olduğu ortaya çıkmıştır. AKP, belediyeleri aracılığıyla toplumla buluşurken, CHP’de ise tam tersi bir süreç şekillenmiştir. CHP’nin belediye yönettiği BİRÇOK bölgede başarısız olduğu 12 Haziran gecesi görülmüştür. CHP’li belediye başkanlarının “halktan kopması” ve örgütlerle olan bağını kesmesinin faturası 12 Haziran gecesi ortaya çıkmıştır.
YALANLAR ÜZERİNE KURULU KAMPANYA
AKP’yi iktidara taşıyan bir diğer konu da kuşkusuz; yarattığı sanal icraatlerdir. TOKİ, sağlık sistemi, otoyollar, “normal” bir ülkede iktidar kaybettirecekken, medyanın toplumun bilincini yönlendirmesiyle, “avantaj“ haline dönüştürülmüştür. “Herkes istediği hastaneye gidebiliyor” yalanı, AKP’ye neredeyse 10 puan kazandırmıştır. Otoyolların ve yeni inşaatların yapımından elde edilen kar ise, AKP’nin “yeni sosyal tabanı” arasında paylaştırılmış ve “nispi bir refah” yaratılmıştır. CHP’li belediyeler ise, paylaşmayı bilmeyen, sermayeyi tabana yaymayan yapısıyla, “kötü bir model” olarak ortada duruyor. Bu bağlamda, CHP’nin önümüzdeki dönemde yapacağı ilk icraatlerden biri, -hep söylediğimiz üzere- belediyelerinde bir “model” yaratmasıdır. İzmir ve Antalya Belediye Başkanlarının BAŞARISIZ ve VİZYONDAN YOKSUN oldukları geride kalan yıllarda açıkça görülmüştür. Seçime iki gün kala İzmir’de yaşanan parti içi kavga görüntüsü, affedilebilir değildir. Aziz Kocaoğlu ile Milletvekili Adayı Mehmet Ali Susam’ın, hesap vermesi gerekir. Bu hesap sorulmadıkça, CHP’nin inandırıcı olması zorlaşır.
CHP MARKASI ANALİZ EDİLMELİ
CHP’nin tek sorunu kuşkusuz belediyeler değil. CHP’nin ortaya çıkan seçim sonuçlarından sonra şapkasını önüne koyup düşünmesi gerekir. “Neden cazibe merkezi olamıyoruz?” ile “Neden biz yükseldikçe, sağ oylar da yükseliyor?” ilk sorudur. Bu bağlamda, “CHP markası” sosyolog ve psikologların da desteği alınarak yeniden şekillendirilmelidir. “Yeni CHP” kavramı bu bağlamda güçlendirilmeli ve altı doldurulmalıdır. Yüzde beş oranındaki artış bu açıdan “önemli”dir. Çünkü; seçmen “Yeni CHP” kavramına ve politikalarına “nispi destek” verdiğini ortaya koydu. Sanılanın aksine, CHP’nin “geleneksel tabanı”nın partiden uzaklaşmadığı da ortaya çıktı. CHP yönetimi, şimdi yeniden kolları sıvamalı ve “yarın seçim olacakmış gibi” çalışmaya başlamalıdır. “Yeni CHP” yeniden yola çıkarken, ideloojik kimliğine de “netleştirmek” zorundadır. “Ergenekon Davası sanıkları”nın CHP’ye yarar değil, zarar getirdiği ve partinin bu yüzden en az iki puan kaybettiği açıktır. CHP’ye en iki puan da “MHP baraj altında kalıyor” düşüncesi kaybettirmiştir. Yükselen Kürt milliyetçiliğine ve AKP’nin “Yeni Anayasası”na karşı MHP’yi “sigorta” olarak gören önemli orandaki CHP’li, özellikle son iki haftada MHP’ye yönelmiştir. CHP bu sosyolojik gerçeği de göz ardı etmemelidir. CHP, partisinin tabanını tutmayı başaramamıştır.
ADAY BELİRLEME YÖNTEMİ
CHP’nin istenilen oranda oy alamamasının sebeplerinden biri de milletvekili aday belirlemesindeki yanlışlıklardır. Bunu adaylıklar açıklandıktan bir gün sonra TV 8’de Erkan Tan’ın programında da söylemiştim. Ortaya çıkan adayların “Yeni CHP” iddiasıyla örtüşmediğini dile getirmiş ve “Özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir’de örgütten yeterince isim yok” tespitini yapmıştım. “Örgütlerdeki kırgınlık” uzun süre giderilemediği için, CHP’nin taşıyıcı gücü olacak ve psikolojik üstünlük yaratacak önemli bir silahtan mahrum kaldığı aşikar… Elinde medyası, TV’si, gazetesi, radyosu, internet sitesi olmayan bir CHP, iktidar partisine göre dezavantajlı bir konuma düşmüştür. AKP, medyası, maddi olanakları, devlet gücü, örgütü, tarikat ve sermaye desteğiyle yarışa avantajlı başlamıştır. CHP ise, sesini duyuracak bir mecradan dahi yoksundur. Partideki bu perspektif eksikliği, Halk TV’nin başına gelenlerden de bellidir. “Yeni CHP” yönetimi, medyanın önemini çok ama çok geç kavramıştır.
ÖRGÜTLER ELİNDEN GELENİ YAPTI
CHP’nin istenilen oranda oy alamamasının sosyolojik – psikolojik birçok sebebi var kuşkusuz. Bunların tamamını bir yazıya sığdırmak olanaksız. Ancak; bazı noktalara değinmeden de geçemeyiz. CHP örgütleri, bu seçimde tüm imkansızlıklara rağmen sahaya inmiş, elinden gelen çabayı göstermiştir. Ancak; maddi imkansızlıklar ve örgütlere yeterince “maddi destek” sağlanamaması, örgüt liderlerinin elini kolunu bağlamıştır. Bu yüzden, sahada yapılan tüm iyi niyetli çabalar, hak ettiği oranda karşılık bulamadı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Başarısız örgütlerden hesap soracağım” sözü gerçekçi olmadığı kadar da yersiz ve gereksizdir. Ortada eğer bir başarı varsa, bu herkesin başarısıdır. Yok eğer bir başarısızlık varsa, bu da HERKESİN BAŞARISIZLIĞIDIR. “Biz merkez olarak başarılı olduk, siz başarılı olamadınız” sorgulaması, CHP’ye hiçbir şey kazandırmaz. Partiyi gereksiz bir iç çatışmaya götürür. Kuşkusuz, yeterince çalışmayan, sahaya inmeyen, politikaları anlatmayan, ayak direyen örgütler vardır. Ancak bunlar ‘’dışlanmak’’ yerine, “yeni kültür”e adapte edilmelidir.
KAVGA YERİNE İLERİYE BAKMAK...
CHP bu bağlamda, bir “iç sorgulama”yı temel almak yerine, “halka ulaşma”nın yollarını aramak zorundadır. Görülmüştür ki; “Yeni CHP”nin söylemleri halkta bir karşılık bulmuştur. Aile Sigortası, İntibak yasası, Özgürlükçülük, AKP’yi zora sokmuştur. AKP bu yüzden, “sosyal devlet” olgusunu hatırlamak zorunda kaldı. CHP bu söylemlerin içini doldururken, özellikle gençlere ve kadınlara da özel önem vermelidir. “İlk kez oy kullanacak” yeni seçmenin cazibe merkezi olmanın yolları aranmalıdır. Tüm bunlar yapılırken, “vaatler” de sınırlandırılmalıdır. Daha önce de yazdım, söyledim… “Çok fazla vaat” inandırıcılığı kaybettiriyor. Bu bağlamda, vaatler “uygulanabilir” hissi vermelidir. CHP bu yüzden YEREL SEÇİMLERİ bir sınav gibi düşünmelidir. Hatalar, eksikler, avantaj ve dezavantajlar 12 Haziran'da ortaya çıktı. Şimdi, öncelikli hedef, önce yerel seçimde başarıyı sağlamak olmalıdır. CHP, bayarılı olabilecek potansiyeli taşıdığını göstermiştir. Önemli olan, moral bozukluğuna kapılmadan, her şeye yeniden başlamaktır.
AKP, CHP, MHP, BDP üzerine söylenecek çok şey var… Ancak yerimiz sınırlı olduğu için şimdilik burada bitirelim. Bir sonraki yazıda devam ederiz…
KURULTAY MESELESİ...
NOT: Dün geceden beri, "CHP'de kurultay olur mu?" sorusuyla sık sık karşılaşıyorum. "Kurultay Delegeleri" bu yönde bir irade ortaya koyarsa, tabii ki olur. Ancak; Kılıçdaroğlu'nun dün gece yaptığı konuşmadan sonra, delegelerin önemli bir kısmının desteğini sürdüreceğine inanıyorum. Çünkü; şu an için; Kılıçdaroğlu'nun karşısında bir "alternatif" yok. Baykal, böyle bir tabloda sahneye çıkmaz. Zira; Antalya'da AKP'nin gerisinde kalan Baykal'ın söyleyecek çok fazla bir sözü yok. Önder Sav ise "intikam duygusuyla" hareket etmeye çalışır. Bu yönde bazı ataklar yapıyor. Ancak destek bulamıyor. CHP Kurultay Delegesi, "lider değişikliği"nin partiyi felakete götüreceğini bilir. Zira, 135 milletvekilinin neredeyse 125'i Kılıçdaroğlu tarafından seçildi. Bu tabloda, liderin değişmesi, CHP'nin parlamentodaki gücünü yitirmesine neden olur. AKP'nin "tek başına anayasa yapamayacağı" ortaya çıkmışken, hiçbir CHP'li, partisinin gücünü kaybetmesini istemez... Kılıçdaroğlu, çalışkanlığı, azmi, iktidara olan inancı ve kitlelerde yarattığı sempatiyle, CHP için önemli bir şanstır... CHP, önümüzdeki dönemde Kılıçdaroğlu liderliğinde mutlaka ve mutlaka iktidar seçeneği olacaktır.