İşte o röportaj:
Yazar Sibel Eraslan ile Timaş Yayınları'ndan çıkacak iki yeni kitabını konuşmak için buluştuk ancak söz edebiyattan siyasete kaydı ister istemez. Başörtülü kadın yazar, dekolteli kadın, modern muhafazakarlık derken Sibel Eraslan yekten söyledi: Başörtülü kadın cipe binmesin.
Yazar Sibel Eraslan, başörtülü bir hukukçu. Martın ilk haftası 'Kadın Sultanlar' isimli kitabının genişletilmiş yeni baskısı yayınlanacak. Başörtüsü hareketinin 68 kuşağındaki ilk temsilcisi Şule Yüksel Şenler'in 'Bize Ne Oldu' isimli kitabını da girişine uzun bir müzakere yazarak yeniden yayına hazırladı, kitapta 68'den bugüne başörtülü kadının değişimini izlemek mümkün. Haziranda da Hz. Asiye'yi anlattığı romanı piyasaya çıkacak. Eraslan hayatını bu kadar edebiyata adamışken, ben sohbetimizi bu bağlamdan çıkarıp güncel siyasete çektim... Eraslan'ın başörtülü köşe yazarı, dekolteli kadın, modern muhafazakarlık, Hizbullah tahliyeleri gibi tartışmalara nasıl baktığını sormamak olmazdı. Üstelik, 11 yıldır köşe yazıları yazdığı Yeni Akit'ten ayrılıp Star'a geçti. Normal bir transfer gibi görense de medyada dedikodu kazanlarının altını ateşleyen, selefi -kendisi gibi başörtülü bir yazar olan- Hidayet Şefkatli Tuksal'ın hükümeti eleştirip köşesinden olduğu iddiasıydı. Rivayet o ki Sibel Eraslan da başörtülü kontenjanında doğan boşluğu doldurmak için Star'a geçmişti. Bu rivayet de dahil tüm sorulara içtenlikle yanıt verdi Sibel Araslan.
- Yeni Akit'ten Star'a geçtiniz; anlatır mısınız nasıl oldu?
Basın dünyasında zaten herkes birbirini tanıyor, arkadaşlıklarınız oluyor. Star Gazetesi'nden de böyle bir teklif gelince biraz da burada yazayım diye düşündüm. Star neticede Vakit Gazetesi okurunun çok uzağında ve onun tanımadığı bir gazete değil.
- Hidayet Şefkatli Tuksal ayrıldı ve onun köşesinde yazmaya başladınız...
Çok sevdiğim, yakın arkadaşım. Kadın dayanışması konusunda benzer hassasiyetleri taşıyan, o mücadele tarihinde çoğu kez omuz omuza mücadele vermiş iki kadınız. Farklı fikirlerimiz de var ama yaş ve akademik kariyer olarak benden öndedir. Hidayet Hanım'ın uluslararası bir projesi var. Bu nedenle kendine vakit ayırmak istedi.
BASKI KABUL EDEMEM
- Birkaç yazı öncesinde Başbakan'ı eleştirmişti, ayrılığını buna bağlayanlar oldu.
Öyle olduğunu düşünmüyorum, Hidayet herhangi bir baskıyı ya da kontrolü kabul edebilecek biri değil. Ben de öyleyim. Düşündüğümüz şeyleri yazıyoruz neticede. Başbakan Erdoğan, öğrencilik yıllarından beri takip ettiğim biri. Farklı görüşleri ortaya koyarak konuşmaya katılan insanlara saygı duyduğunu biliyorum.
- Gazetelerde türbanlı yazar kontenjanı olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Var mı bilmiyorum... Nihal Bengisu Karaca var bir tek merkez medyada. Onun dışında ana akım medyada öyle bir şey yok.
- Taraf, Star gibi gazeteler...
Tiraj farkı var ama... Ana akım içinde yer almıyor türbanlı yazarlar.
- Yine de bir 'süs' gibi görünüyor olmak, sizi nasıl etkiliyor?
Baktığınız zaman Fatma Karabıyık mı; Cihan Aktaş mı; Ayşe Böhürler mi süs? Hepsi de gerçekten seslerimizin kısıldığı yerde yüksek sesle konuşmuş kadınlar. Öyle süsten, eften püften isim yok. Ayrıca kadın süs olmak istiyorsa, süs de olabilir. O konuda da bir şey söyleyemem. Magazin yazmak isteyen magazin yazar. Öyle meraklar var şimdi genç arkadaşlarımız arasında. 1980'lerin sonunda bir kadının magazin yazması çok da makbul değildi, illa siyasi yazmasını isterdik. Ama şimdi bakıyorum genç muhabir arkadaşlara, bir magazin merakı, moda merakı. Başörtülü ama aynı zamanda moda yazmak istiyor. Böyle bir nesil var. Tabii ki bu tür yazarlar veya bu işin muhabirleri olacaktır. Ruhu nerede kendisini iyi hissediyorsa oraya gidecektir.
- Değişikliğin nedeni, muhafazakarların modernleşiyor olması mı?
Demokratik deneyimlerin artmasının bu çeşitlilikte çok etkili olduğunu düşünüyorum. Baskı, dayatma azaldıkça, insanlar savunmadan çıkıp kendi sesimi nerede bulabilirim diye bir maceranın peşine düşebilir. Biz hayat macerasını yaşamadık çünkü üzerimize mermerler kapatılıyordu... O mermerlerin altından dallarınızı, yapraklarınızı çıkartmaya çalışıyorsunuz. Ama biraz özgürlük, demokrasi, biraz insan hakları, bir açılım olduğu zaman tabii ki ağaç boy veriyor. Güneşi nereden görürse o tarafa doğru yöneliyor. Neticede bunlar haklar ve özgürlüklerle çok ilintili.
- Ama bu yapraklanan dallar arasında 'cipli türbanlı' diye bir klişe var...
Onun tabii ki kapitalizmle sürtüşen bir yanı var. Bu konuda yapılan eleştirileri kapitalizme karşı gardını almış biri olarak çok ciddiye alıyorum tabii ki. Kendini Müslüman olarak tanıtan bir kadın sorumsuz bir şekilde para harcayamaz. Sorumsuz bir şekilde zenginliğin peşine düşemez. Hak, adalet, alınteri, helal lokma gibi kavramlar önemlidir ve vazgeçilmezdir. Lafı eğip bükmeden söylüyorum; türbanlı kadın cipe binmesin.
- Evine plastik palmiyelerle dekorasyon yaptıranlar olduğunu, bu konularda uzman mimarların röportajlarını okuduk...
Öyle bir şey var mı ya! Öyle şeyler bana vıcık vıcık geliyor. Bu tür teşhircilikler, bence zevksizlik. Abartılı buluyorum, bana soruyorsan benim mimarideki tarzım mahalle tarzıdır. Farklı talepleri olabiliyor insanların ama böyle bir baskın zenginlik duygusu ,kaçtığım ve beni rahatsız eden bir şey. Benim kuşağımın öyle zevkleri yok.
Önce insan, sonra Müslüman, sonra kadınım
- 'Başörtülü feminist yazar' olarak tarif ediliyorsunuz...
Dışarıdan bir etiket o. Kadın haklarına duyarlı ve bu konuda birtakım işler yapmaya çabalayan herkes feminizmle bağlantılanır.
- Siz kendinizi nasıl tanımlarsınız?
Bu anlamda özel bir hassasiyetim tabii ki var. Strazburg'daki başörtüsüyle ilgili eğitim ve istihdama yönelik davalarda hazırlık yapan hukukçulardan biri olarak yıllarca çalıştım. Ama sıfatların içinden birini seç derseniz tabii ki önce insanım. Sonra Müslüman'ım, sonra kadınım.
- Yeni Akit gazetesinde kadına karşı ayırımcı bir dil kullanıldığında tepki gösterdiniz mi? Hüseyin Üzmez vakasında mesela...
Hüseyin Üzmez meselesinden bir telefonla haberim oldu. 'Ya olur mu öyle? Öyle bir şey olamaz' diye cevap verdim.
- Prof. Çeker'in 'Dekolte tacizi haklı kılar' söylemini gazetemiz için değerlendirdiğinizde de yaklaşımınız böyleydi. 'Yanlış anlaşılmıştır' diye...
Zannı güzel tutmakla ilgili bir şey bu. Böyle bir huyum var. Yani bir suç işlendiğinde, bir kaza olduğunda önce 'inşallah olmamıştır, öyle değildir' diye düşünüyorum. Taciz veya tecavüz, insanlık suçu olarak hiçbir din ve hiçbir ahlak öğretisinden destek bulamaz. Bosna'daki, Irak'taki tecavüz suçlarını nereye koyacağız? Kadınların uygunsuz giysileriyle bir bağ mı vardı veya ensest ya da çocuk tacizi için ne diyeceğiz, bunlar yoruyor beni konuşurken bile... Konuşuldukça normalleşiyor ve gündeme rahatlıkla dahil oluyor, sıradanlaşıyor; bu korkunç bir şey...
- Hidayet Şefkatli Tuksal, 'Kadınlar hacda bile tacize uğruyor' diye bir demeç verdi. Siz ne diyorsunuz, kadının tacize uğraması için açık ya da kapalı olması fark eder mi?
Kadının örtülü ya da örtüsüzlüğü değil tartıştığımız konu, apaçık bir hukuksuzluk. Duruşumu; kim olduğunu sormadan mazlumun yanında, kim olduğuna bakmadan zalimin karşısında prensibiyle açıklıyorum. Kötülük nerede yaşanırsa yaşansın, kötülüktür!
Siyaset yaptım ama artık sadece yazıyorum
- Milletvekili olmanız ihtimali konuşuluyor. Aday olacak mısınız?
'AK Parti'den mi adaysın' diye sürekli soruyorlar. Tayyip Erdoğan, Refah Partisi İstanbul İl Başkanı iken ben de kadın kolları başkanıydım. Refah ve Fazilet döneminde kadın kollarında çalıştım ama 95 sonrasında aktif çalışmayı bıraktım. Yani siyaseti artık sadece kritik olarak yazıyorum.
- Eşiniz siyasetçi değil mi?
Eşim hukukçu ve siyasetçi. İstanbul Çekmeköy'de üç dönem belediye başkanıydı.
- Yine de siyasetle bir bağınız var...
Var tabii, eşim dışında, arkadaşlarımın çoğu da siyasetçi. Hukuk fakültesindeyken Teklif Dergisi'ni çıkarıyorduk, oranın tek kadın yazarıydım. Arkadaşlarımın hepsi profesör, vali, yargıç oldu ve birçoğu siyasetçi oldu. Bir ben böyle sivil kaldım.
Beni Konca Kuriş zannetmişlerdi
- Hizbullah tahliyelerini nasıl izlediğinizi merak ediyorum... Konca Kuriş'in katilleri olarak yargılanan insanların salıverilmesi sizi nasıl etkiledi?
Konca arkadaşımıza Allah'tan rahmet diliyorum. Fevkalade acı bir şeydi. Konca'nın kayıp olduğu günlerde Antalya'dan bir konferans dönüşü havaalanında gözaltına alınmıştım, Konca zannetmişler. Bir teröristi çıkarırcasına uçağı kordona almışlardı, olanlara anlam veremiyordum. Sonra emniyet müdürü özür diledi. 'Arkadaşımı bulmak istiyorsanız niçin arkadaşım sandığınız bana bu kadar kötü davrandınız' demiştim emniyetteki görevlilere... Karışık, çok karışık günler yaşadık. Allah bir daha göstermesin. Çetenin her türlüsüne karşıyım.
Hürrem'i cinayetleriyle hatırlıyoruz ama...
- Sizi kadınları yazan kadın yazar olarak tanıyoruz. Mart ayının başında Timaş Yayınları'ndan 'Kadın Sultanlar' isimli çalışmanız çıkacak. Anlatır mısınız hikayesini?
Yazım serüvenim kadın hikayelerinin peşinden yürüdüğü için bir şekilde dini ve siyasi portrelerle çakıştı. Fakat hem dinler tarihinde, hem siyasi tarihimizde sıra kadınlara gelince flu bir alan oluyor. Yani tarihi, erkeklerin tarihi olarak okuyoruz. Bu yüzden tarihin katmanları içinde edebiyatla uğraşmak ister istemez kadın hareketiyle ilgili bir bağlam kuruyor çünkü büyükannelerinizi, sizden önceki kadınları merak edersiniz, onların sesini ararsınız. Yazdıklarım bizatihi tarih araştırması değil ama edebiyatın verdiği imkanlarla tarihi verilerin içinde çoğu kez suskunluklarla çevrelenmiş bu flu portreleri tekrar bu çağa, yeryüzüne çağırmak.
- 'Kadın Sultanlar', 'Muhteşem Yüzyıl' dizisinin yarattığı rüzgar nedeniyle mi yeniden yayınlanıyor?
2008'de basıldı ama bu yıl tekrar gözden geçirme fırsatım oldu ve yeni şeyler de ekledim. Bezm-i Alem Valide, Mihrişah Sultan ve Osmanlı'nın kuruluşunda büyük bir temel olan Hayme Hatun'la ilgili beş uzun hikaye daha eklendi kitaba. Kadın vakıflarıyla ilgili çok okumalarım oldu. İstanbul'un mimarisi kadın sultanların elinden çıkma. Dönemin kadın sultanları adeta imparatorluğun halkla ilişkiler yüzü.
- Bugünün 'first lady'leri gibi...
Sosyal sorumluluk çerçevesinde yaptırdıkları okullar, aşevleri, hastaneler var. Kadınlar ne yazık ki tarihe ancak işlediği cinayetler aracılığıyla girebiliyor. Edebiyat tarihinde de bu böyledir. Madam Bovary veya Anna Karenina olduğunuzda bir kitabın ana kahramanı olabilirsiniz. Hürrem Sultan öz evladını eşine katlettirecek kadar üzerinde yetkisi olan şerli bir kadın olarak çizildiği sürece dikkatimizi çekiyor. Aynı kadının 600 yıldır hizmet veren bir hastanesinden hiçbirimizin haberi yok. Zaten onunla da dikkat çekmez tabii bu işin kederli tarafı.