Hayrünnisa Gül ile Ordu'daki 'Konuşan Kitap Şenliği' vesilesiyle bir araya geldik. Altı gazeteden davetliydik ve Doğan Hızlan dışında hepimiz kadındık. Vaktiyle Enis Batur'un 'edebiyatımızın Merkez Valisi' teşbihini yaptığı Hızlan, bu tespitin hakkını veren bir performans (!) sergiledi.
Ordu Valisi Orhan Düzgün ile eşi Gül Hanım'ın ev sahipliğindeki sohbetimizde, Bayan Gül'e okuduğu kitapları, sevdiği yazarları sordukça Doğan Hızlan araya girip 'Hanımefendi sizi uyarayım. Diğer yazarlar alınır' dedi. Biz itiraz ettikçe, Doğan Bey kızdırıcı bir tebessümle 'Benim yegane vazifem, edebiyatı gazetecilerden korumaktır' diye çıkıştı.
Neyse ki Bayan Gül, Cumhurbaşkanlığı'ndaki tarihi eser ve eşyaların gün yüzüne çıkarılmasından, Pembe Köşk için 'nasıl incindiğine', bayrak çalışmasına kadar sorularımızı içtenlikle cevapladı. Sohbetin dönüş yoluna sarkan ikinci kısmında, 'Doğan Bey, benim koruyucum neredesiniz' diye arka sıraya seslendiğindeyse, artık çok geçti...
Çankaya Köşkü ile Dolmabahçe depolarında günışığını yıllardır unutup rutubetten yıpranmış binlerce parçalık devlet hazinesi, şu sıra bir 'restorasyon bayramı' yaşıyor. Sessiz sedasız yürütülen projenin ayrıntılarını; Bayan Gül anlatırken, biz de dinlerken heyecanlandık.
YILLARIN İHMALİ:
Pembe Köşk'ün yanında ve Dolmabahçe'de küçük atölyeler kurduk, onları onarmaya çalışıyoruz. Atatürk döneminden kalan eserlerin, sergilenmeyen kısmı depolara kaldırılmış. 80 küsur yıl geçmiş üzerinden. Hepsinin iyi durumda olmasını beklemek imkansız. Bazılarına çok şaşırdığımız hatalı uygulamalar yapılmış. Mesela gümüş eserlere nikel kaplandığını gördük. Ama art niyet aramamak lazım. Belki evin hanımı, 'bunu parlatır' dedi. Ulus'a bir yere gönderdi, nikelle parlattı. İlk gördüğümde, taklidi mi yapıldı endişesine kapıldım. Uzmanlar katman katman bakınca altta gümüş olduğunu gördüler. Bizden öncekileri hiç suçlayamam. Belki bizim yaşımızda değillerdi. Bu kadar zaman ayıramıyor olabilirlerdi. Suçlamamak lazım. Türkiye değişik dönemler geçirdi. Kültürden çok uzak yaşadı.
TABLOLAR ZORLUYOR:
Tablolar çok zor. Zarar görme sebebi, rutubetli ortam. Restorasyon için bütün ülkelerle yazışıyor, en iyi uzmanlarını tavsiye etmelerini istiyoruz. Mesela Jerome için Fransa, Ayvazovski için Rusya'dan uzmanlar geldi. Ruslar rapor yazdı. Yanlış bir şey olsun istemiyorum. Küçük bir müdahale büyük zarar verebilir. Mesela Jerome, Ayvazovski'ler camlanmış. Cam, tabloya yapışmış.
HALILARA TEK TEK KILIF, SABUNTOZU:
Elimizdeki eşyaların yeniden hayata döndürülmesi, benim için çok önemli. Halılarla bir ay uğraştık. Tek tek resimleri çekildi, temizlendi, onarımları yapılıyor, antika durumlarına bakılıyor. Uzmanlarla değer tespiti yaptık. Hava alacakları şekilde kılıflar diktiriyoruz. İçlerine sabun tozları koyuluyor. İklimlendirmeli depolar hazırlanıyor.
BENİ ÇOK İNCİTTİLER:
Bu konuda da beni çok eleştirdiler. Pembe Köşk konusunda çok incittiler. Pembe Köşk yıkılmak üzere. İçim de gidiyor ama yapmayacağım bizim dönemimizde diye, yemin ettim. Kurumsal kimlik konusunda da 'kırmızıyı kaldırdılar' diye çok kötü yazılar çıktı. Halbuki ben kırmızıyı da kaldırmadım. Ama siz bir sofrada kremin üzerine boldu kullanırsanız çok daha güzel olur. Kırmızı olunca uğur böceği konmuş gibi oluyor. Dünyada da böyle. Herkes boldunu yalın kullanır. 'O kim oluyor da nasıl kaldırır' diye yazılar. Bunları hiçbir zaman tek başıma yapmadım. Günlerce uzmanlar, hocalarla toplantılar yapıyoruz. O kadar ince çalışılıyor ki.
ÜÇ YILDIR BAYRAK YAPIYORUZ:
Üç senedir bayrak yaptırıyorum. Atlas dokutmaktan başladık. TSE'den rengi, kumaş kalitesi için onay aldık. Birkaç atölye Olgunlaşma Enstitüsü'nde bize bayrak dikiyor. Büyükelçiliklerimizde büyük sıkıntı var. Bütün Türkiye büyükelçilikleri konsolosluklarına, nerede temsilcimiz varsa, oraları da düşünerek 200'e yakın noktaya bayrak gönderdik ve şimdi büyükelçiler teşekkür ediyor.
ÇOK MÜTEVAZI YAŞIYORUZ:
İnanın çok mütevazı yaşayan bir aileyiz. Benim için önemli olan halkın içinde olabilmek, onların sevgisini görebilmek. Yoksa biz Çankaya'da olmuşuz çok önemli değil ki. Biz onlar için oradayız. Türkiye'nin her yerinde sevgiyle karşılanabilmek kadar güzel bir şey yok.
GEÇENLERDE GİRİP MENEMEN YAPTI:
Hayrünnisa Hanım, Cumhurbaşkanı'nın kendisi için 'Çok güzel yemek yapardı. Bazen arıyorum' dediği hatırlatılınca gülerek, 'Valla yemek yapmamı mı tercih eder? Ülkeye hizmet etmemi mi ona soralım' diyerek, Gül'ün de 'geçenlerde mutfağa girip menemen ve salata yaptığını' söyledi.
Emine Hanım'la hiç küsmedik ki
Biz her zaman bir aradayız her zaman görüşüyoruz. Ama basın ısrarla bizi küs göstermeye çalışıyor. Anlayamıyorum. Ne biz, ne çocuklarımız, ne eşlerimiz, birbirimizden vazgeçebiliriz. Biz eski arkadaşlarız her şeyden önce. Bu haberleri okudukça ikimiz de gülüyoruz.
DİZİ İZLEMİYORUM:
Dizi izlemeye vaktim olmuyor. Kitaplarımı filmlerimizi önceden hazırlıyorum ve boşluklara sığdırıyorum. Her zaman kitaplarımı ayırırım. En son, Invictus, Mandela filmini Beyefendiyle izledik. Çok beğendik. Duygulanıyorsunuz, iyilerin kazandığını görüyorsunuz.
OĞLUMUN MEZUNİYETİ:
Yetişseler bile çocuklarımın zamana ihtiyacı oluyor.. Mesela bu sene, benim büyük oğlum mezun oldu. Seçimden bir gün önceydi, gidemedik. Biliyorsunuz, mezuniyet Amerika'da aileler için çok önemlidir.
HER ŞEHİTTE EVİMİZ MATEM EVİ:
Ülkedeki çocuklar bizim. Her şehit haberinde bizim evimiz matem yerine dönüşüyor. Gece vakitsiz bir telefon çaldığında panik içinde, 'Allah'ım ne kötü haber alacağız' diye korkuyoruz. Allah artık sonuna erdirsin. Annelerin yüreği yanmasın. Bu çok zor. Terörün vicdanı olmuyor. Bir sürü suçsuz insan, günahsız insan, yuvalar dağılıyor. Bütün çabamız bunların bitmesi için. İnşallah en kısa zamanda duamız o. Türkiye bununla çok enerji kaybediyor. Ülkemize çok yazık oluyor.
Fikret Mualla öyküsü
Sohbette bulunan Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mustafa İsen, arşivleme çalışması sırasında yaşadıkları bir anekdotu aktardı. 'Fikret Mualla 1934'te Ayvalık Ortaokulu'nda öğretmendi. Öğretmen odasında Atatürk'ün resmine, izmarit fırlatmış. Şikayet edilmiş. İki tane mektubu var. Yalvaran siz benim babamsınız diye bu durumu ima eden. Gelişmemde çok katkılarınız var. İki özür mektubu, beni Almanya'ya gönderin diyor. Bu ortamdan sıkılıyorum tekrar üreteyim. Bu arada da iki tane suluboya resmini göndermiş. Bunları katlamışlar. Üzerine bizim gün ve tarih sayılı alındı kaşesini vurmuşlar. Katlamışlar koymuşlar. Arkadaşlarım bana getirdi. O yıllarda meşhur bir ressam değil. Orada kalmış o zaman. Bu vesileyle, resim tarihine iki Fikret Mualla resmi kazandırdık. ' (Çiğdem Toker/Akşam)